Oruç Aruoba Sözleri
Yazar, şair, felsefeci kimliği ile kendinde bir çok durumu toplayan isimlerden biridir. Başlangıç seviyesinde Akademisyen iken edebiyata ilgi duymuş ve rotasını değiştirmiştir. Bunun sonucunda ise yazar ve çevirmen olarak kariyerine devam etmiştir. Düşünce ve edebi anlamda dünyaya katkıları olmuştur. Türkiye’ yetişen önemli düşünürler arasında yerini almıştır. Aynı zamanda Rilke, Nietzsche, Hume gibi isimlerin eserlerini çevirerek literatüre kazandırmayı sağlamıştır. Şiirlerinde özgün ve yalın bir dil kullanmıştır. Haiku tarzında yazdığı bu eserler her yaşa ve kitleye hitap ettiğinden çok fazla insana ulaşmış aynı zamanda sevilmiştir. Aforizmaları dayanak alan felsefi yazıları başarılı bir şekilde kaleme alınmıştır. Yazdığı önemli kitaplar vardır. 1948 yılında dünyaya gelmiştir. Ortaöğrenimini ise Ankara’da bulunan Ted kolejinde tamamlamıştır. Daha sonra ise Hacettepe Üniversitesi’ne giderek psikoloji bölümünü bitirmiş ve yüksek lisans da almıştır.
En iç, en içten, en içteki sesine bile aykırı düşebilir mi kişi?
Düşer..
Horozlar ötmeğe başlayınca -bir-iki de kuş sesi gelmişse-lambanı
söndürüp gözlerini bir süre kapadıktan sonra, yeniden
açtığında, göreceğin aydınlık, tabii ki güneşin doğmakta olmasından
dolayıdır; ama senin gözlerinin geceden sabaha geçmelerinin
payı da vardır, karanlıktan çıkan o aydınlıkta.
Düş, daha başından, bir anıdır.
Kara yakındı önce, hem çok yakındı,
Elimi uzatsam tutardı ama
Yalnızlıktır denizin tek yasası,
Bütün ölüler unutulur,
Yaşayanlar kalır tek başlarına.
O görünüm ânından; o, anı olan andan sonra, yeniden kesişmiş midir yollarımız, kendi ayrı yollarını yürüyen iki kişi gibi, diye düşünürsün: O caddede? Şu sokakta? Belki, o, her sabah tepeye tırmanırken, sen yokuştan aşağı sapmışsındır; geçmişsinizdir birbirinizin yanından- ya da — bir şehirden bir şehire aynı zamanda göçmüşsünüzdür, iki gezgin gibi-
ama birbirinden habersiz…
-Yaşamının anlamı bulunmamıştır, bulunamayacaktır
– O, gelmeyecektir- ya; sonuçsuz bir son olarak, ölüm, gelebilir, artık, işte..
Ayrılış ilişkinin kayıp çocuğudur; özlem de sevginin ikiz kardeşi.
olacağı yoktu, nitekim olmadı da…”
Özlem, her şeyi kaplayan boşluktur.
“Dağıt yaşamını –
dolu noktalarda gene
toplansın.”
Beni alıp huzuru bilen güneşin en güzel batışını seyretmeye götür buralardan. Beni alıp güneşe götür ki son bir kez daha yanayım.
Özlediğin, gidip göremediğindir; ama gidip görmek istediğin.
“Denize yağan yağmur uzakta: Sen ne kadar yakınsın?”
En değerli hayalimdin sen, kendini yıktın!
Anılan bir kişi, anıdaki gibi kalabilseydi — hayaller gerçeklere egemen olabilirdi; çünkü anılar da hayallerdir, en temelde…
Şunu bilmeni istiyorum: Pişman değilim; hiç de pişman olmadım. Ama şunu da bil ki, öyle gururlu falan da değilim-olmadım. Kendimden hiç nefret etmedim; ama bir türlü beğenemedim de kendimi. Çok acı çektim ama başkalarına da çok acı çektirdim. Kendimi haklı görüyor değilim; ama kendimi savunuyor da değilim-hele yargılamayı hiç beceremiyorum, kendimi de dünyayı da. Dünya ne ise oydu, ben de ne isem o oldum-uyuşamadık. Hepsi bu.
Özlem budur işte: Bomboş bir varlık ve dopdolu bir yokluk…
“Şunu bilmeni istiyorum: Pişman değilim; hiç de pişman olmadım. Ama şunu da bil ki, öyle gururlu falan da değilim-olmadım. Kendimden hiç nefret etmedim; ama bir türlü beğenemedim de kendimi. Çok acı çektim ama başkalarına da çok acı çektirdim. Kendimi haklı görüyor değilim; ama kendimi savunuyor da değilim-hele yargılamayı hiç beceremiyorum, kendimi de dünyayı da.Dünya ne ise oydu, ben de ne isem o oldum-uyuşamadık. Hepsi bu…”
Yorgun musun?
Yattın mı?
Uyu?
Düşünme beni.
Ben ki
Hiç düşünülmedim senden önceleri.
Senden öncesi.
Dokunamadığın noktalardan gelir yaşamının anlamı.
Ölen, çünkü, ancak yaşamışsa ölebilir –
ancak yaşamış olan ölebilir; ve tersi –
ancak ölmüş olan yaşayabilir…
Dünya ne ise oydu. Ben de ne isem o oldum. Uyuşamadık, hepsi bu.
Yaşamında, şunları da yaşayabileceksin:-
1) Birisini, ona söyleyecek birşey bulamadığın için, aramak…
2) Birisini, onu artık görmeyeceğini söylemek için, beklemek…
3) Birisini, onu görmemeye dayanamadığın için,
terketmek…
Belki de, benim gerçekleşen hayalim olabilseydin, kendi en yoğun gerçekliğin de olabilirdin…
Gerçeklerle baş etmenin en iyi yolu, hayal kurmaktır.
“Birden bir kötü düşünce düştü aklıma: sen acaba, benden alabileceklerinin hepsini alıp, artık alabileceğin bir şey kalmadığından mı, gitmiştin?…
Bazı söylediklerin bunu destekliyordu.
ama dayanılmazdı bu, benim için:
sen, nasıl olur da, beni tükettiğini düşünebilirdin.
ben, nasıl olur da, senin gözünde, tükenebilirdim?”
Bir yola çıkan kişi bir yerden bıkandır, bir yerde konaklayansa bir yerde yorulandır.
Ne
demektir dokunmak
ya da Ne yapar bir el
senin saçınla
benim hayalimde
“Geç bir yazın geç bir öğle sonrası: güz ile akşam sıralarını bekliyorlar. Esintiler ağaçlar üzerinde çekişiyorlar.”
Yazar, kalemi kendisine sürekli başkaldıran kişidir.
Hiç olmayacak mısın?
Hep bu belirsiz sessizlik mi kalacak
içimde, sevinçler gelmeyecek mi
içime —
ben
birkaç tatsız tutku
bir de küçücük neşe
özlerken seni?
Yaşam ne denli gecikirse geciksin, ölüm hep zamanında gelir. Ölüm gecikmez.
Senin dünyana hiç ulaşamayacaktım : senin dünyanı oluşturan bakış, benim bakışım olmamıştı hiç; senin yaşadıklarını ben hiç yaşamadım- seyirciydim yalnızca senin dünyan karşısında.
“Ayrılış ilişkinin kayıp çocuğudur;
özlem de sevginin ikiz kardeşi…”
Martılar ile insanların ortaklığı: mideleri için çıkardıkları gürültü…
Garip ama doğru:
Kişiyi kendi yönünde yürütmek isteyen biri,
onun kendi yolunu aramaya çıkmasını, kendi yönüne yönelmesini sağlayabiliyor.
– Bu da, “kendi” sözcüğünün dilsel
kaypaklığı değil,
yalnızca…
İnsanca özlemler dünyaya uymuyorsa, bozuk olan dünyadır; insanca özlemler, değil.
Yaşamında yapılabilecek herşey tükendiğinde,
ya da hiçbirşey yapamayacak duruma düştüğünde, yazarsın – ancak da o zaman yazabilirsin:
Yazabilmen, yapabileceklerinin tükenmesi;
senin, hiçbirşey yapamayacak duruma düşmen
olacak.
Hiçbirşey yapamıyorsan, yazarsın.
En iç, en içten, en içteki sesine bile aykırı düşebilir mi kişi? Düşer.
“Dokunamadığın noktalardan gelir yaşamının anlamı.”
Bütün dert; ötekilerle bir arada yaşamak zorunda olup, bir arada yaşamaya dayanamamızdır.
Seni bir daha görmemeye niyetliydim; ama bir baktım- her tarafımı doldurmuşsun’ demiştin ya: işte, öyle, iç içeydik, artık
Yaşam, belki, kavranınca uzak; anlaşılınca, yakındır—— ya da, tersi…
Sana aldırmaz; öyle hemen de çıkıp gelmez sana, sen onu ne denli bekliyor olsan da.
Zaman bize göre değildi ya, mor güller
daha tatlı geldi sana
belki de bana daha derin
Gidip biryerde denizle, güneşle, yapayalnız olmak istiyorum. Bu son olaylar bütün gücümü aldı götürdü. Boş bir pil gibiyim
Ne cevap verir? diye söylemekten korktuğunuz. Seni seviyorum cümlesi, bir soru değil ki cevabı olsun.
En iç, en içten, en içteki sesine bile aykırı düşebilir mi kişi?
Felsefe yapmak, kişinin, gelmeyeceğini bildiği birisini beklemesine benzetilebilir.
– Biz, artık, ayrı olabiliyor idiysek, sen ile ben arasındaki şu ‘ile’, artık, yok, demekti –
İnsanca özlemler dünyaya uymuyorsa,
bozuk olan dünyadır; insanca özlemler, değil…
Özlemi, zaman üretir; ama onu tüketen de odur. Zaman, kendi doğurduğu çocuğu, özlemi, boğazlar…
Anılara sonuna dek sadığımdır; insanlara hiçbir zaman öyle olmayacağım.
Arkanı dönmeyi başarabildiğin rüzgârlara; Yüzünü döndüğünde nefessiz kalacaksın!
Binlerce yıl olmak! düşünmek!
Sar beni iki kolunla da:
Mutun hiç kalmadıysa bana verecek-
Bak işte -acın var ya daha.
Tam karşımdasın; öyle ki, senden başka hiçbir şeyim olmasaydı da, olabilirdim Sen, yeterdin var olmam için…
Söndür gözlerimi: seni görürüm
Kapat kulaklarımı: seni işitirim
Ayaksız da olsam sana yürürüm
Ağızsız da seslenip seni çağırırım.
Felsefe yapmak, kişinin gelmeyeceğini bildiği birisini beklemesine benzetilebilir.
Biz, artık ayrı olabiliyor idiysek, sen ile ben arasındaki şu ‘ile’, artık yok demektir.
“Bizi tek bir tehlike bekleyecek: birbirimizin özgürlüğünü kendi içimizde koruyamamamız…”
Özlem, örneğin işitmeyeceğini bildiğin birine yalnızca ona; ama kendi kendine neredesin? Diye seslenmendir.
“Bir kadın ‘seni seviyorum’ derken aslında ‘yüreğime bir çizik attın ve bu yüzden seni öldürebilirim’ demektedir.”
Yaşamın, beklediğinin gelmemesi ki, işte: Senin de, gelmeyeceğini bildiğini beklemen olacak.
”Dünya ne ise oydu, ben de ne isem o oldum-uyuşamadık. Hepsi bu…”
Yaşam geçiştirdiğin bir şey olacak içinden geçtiğin; geçtikçe geciktirdiğin; sonra da, geçip gitmesine izin verdiğin bir şey.
“Anladım” dedin, “-bana hep içinde kendin olan şeyler veriyorsun.- Ben de şimdi düşündüm, sana verebileceğim bir şeyi.”
“İçinde sen olan…”
“Evet”, dedin “-merak ediyorsan söyleyeyim…”
“Hayır” dedim, “alana kadar merak etmek daha güzel.”
Keşke burada, yanımda olsa da, yağmur birlikte yağsa üzerimize… Keşke orada, yağmur yağmasa üzerine de, ıslanmasa.
”Yol, kendine bir yer bulamamış kişinin özlemidir.”
Her hazdan tadıp kendini tüketen bu zaman hırsızlarının başladığı noktaya dönmediği görülmüyor. Hep en başa dönülüyor ilk kırılan kalbe.
Her şey olsun diye giriştiğimiz ilişki, sonunda, hiçbirşey olup – yitiyor…
Nedendir bilemiyorum; Sana bakınca kendimi görüyorum, sana gelirken kendimden gidiyorum; senden giderken kendime gelemiyorum…
Belki de ağaçlar ancak yeni yapraklarını verecekleri duruma tam geldikleri zaman eskilerini tamamiyle dökmüş olurlar.
Masumiyete tutkun oluyor bi zaman, an geliyor güzelliğe, bazen zekâya, bazense oluveriyor heveslerin düşkünü. Öncelikleri olmayanın sonrası da kayıpta oluyor.
-Dünyanın en zor işini yapıyoruz (ya da yapmağa çalıştık: hala yapıyor muyuz?..) çünkü; o da şu : Şu boktan yeryüzündeki bütün düzenlemelerin engellemeğe çalıştığı,yasakladığı, cezalandıracağı bir ilişkiyi kurmak ve sürdürmek…
”Yol, kendine bir yer bulamamış kişinin özlemidir.”