Ahmed Arif Sözleri
Diyarbakır doğumlu şairlerimizden biridir. 1991 yılında hayata veda eden ve Türk edebiyatında önemli bir yere ve değere sahip olan şairlerimizden biridir. Gazetecilik işlerinde işin teknik kısmında hayatını kazandı ve daha sonra emekli oldu. İlk şiiri ise “Millet” dergisinde yayım adlı. Daha sonrasında Ahmed Arif Kitapları çıktı ve bazı güzide şiirleri oldukça dikkat çekti. Ahmed Arif Şiirleri yani asıl sanatının ortaya çıktığı eserler ise 1948 yılına denk geldi. Ahmed Arif Sözleri daha sonrasında büyük bir yanı uyandırdı. Ahmed Arif Hasretinden Prangalar Eskittim şiir ise oldukça dikkat çekti. Hala popülerliğini koruyan şiirlerden biridir. Ahmed Arif özlem sözleri ile göze çarpan şairler arasında olmuştur. Nazım Hikmet’in yolundan gitmiştir. Şuan ki şiirleri de etkileyerek önemli bir yer edindi. Galeride bulunan Ahmed Arif resimli sözler ve Ahmed Arif facebook kapak fotoğraflarını paylaşarak sevdiğiniz kıza ya da çocuğa duyduğunuz özlemi anlatabilir yada bu sitemleri ona atarak kendinizi ifade edebilirsiniz. Aynı zamanda sosyal medya hesaplarınızda da bu söz ve resimleri paylaşarak bize destek olabilirsiniz.
Ve hep olmayacak şeyler kurarım,
Gülünç, acemi, çocuksu…
Gel beraber alalım nefesimizi sevdiğim. Sensiz boğazımdan geçmiyor.
”Deli kadınlar iyidir… Onları çok severim. Çünkü ne kahkahaları tutsak, ne gözyaşları sınırlı, ne arzuları mahpus, ne öfkeleri prangalıdır…”
Namus işçisiyim yani yürek işçisi. Korkusuz, pazarlıksız, kül elenmemiş, ne salkım bir bakış resmin çekeyim, ne kınsız bir rüzgâr mısra dökeyim. Oy sevmişem ben seni.
Evrende seni özler, seni isterim. Başkaca hiç.
Ne taktığım, ne de vurulacağım bir nen yok.
Seni. Sade seni…
Dayan kitap ile dayan iş ile. Tırnak ile diş ile umut ile sevda ile düş ile dayan rüsva etme beni.
Bir de kuşlar var hakim bey,
Her şeyin başı onlar.
Onlar özgürlüğü koyuyor insanların kafasına.
Baksanıza, terörist terörist uçuyorlar.
Hiçbir uğraş, hiçbir umut, seni düşünebilmek, seni anlayıp sevmek, yüzüne bakabilmek kadar dolu, anlamlı ve yaşanmaya değer olamaz.
“Susmak ve beklemek, müthiş”
Ve nelere baskın gelmezdi ki, seni düşünmenin tadı.
“Öylesine hûlya, kutsal ve uzaksın ki… Allah kahretsin beni.”
Seni sevmek, felsefedir, kusursuz. İmandır, korkunç sabırlı. İp’in, kurşun’un rağmına, yürür, pervasız ve güzel.
Bilir misin, ‘canım’ dediğimde içimden canımın çıkıp sana koştuğunu duyarım hep.“
Giden gitmiş, hüznü ayaklandırmak boşuna…
”Üşürsen soğukları, hastaysan mikropları bana ilet…”
Kaç bin yıllık hasretimin koncası, gözlerinden, gözlerinden öperim, bir umudum sende, anlıyor musun?
”…Susmuş dağ,
Susmuş deniz.
Dünya mışıl-mışıl,
Uykular derin…”
İçmek! Gözlerinde içmek ay ışığını. Varmak! Gözlerinde varmak can tılsımına. Gözlerin hani?
Kimselere mecbur olmadım, olmam da. Yiğitliğim ve rivayet olunan erkekliğim bundandır… Ama senin mecburun olmak, beni hiç mi hiç küçültmüyor. Aksine yüceltiyorsun, İNSAN ediyorsun, yaşatıyorsun…
Terk etmedi sevdan beni, aç kaldım, susuz kaldım, hayın, karanlıktı gece. Can garip, can suskun, can paramparça. Ve ellerim, kelepçede, tütünsüz uykusuz kaldım, terk etmedi sevdan beni.
Ben bütün bu manasız iç sıkıntılarından senin var olduğunu hatırlayarak sıyrılıyorum.
Ne alnımızda bir ayıp, ne koltuk altında saklı haçımız. Biz bu halkı sevdik ve bu ülkeyi. İşte bağışlanmaz korkunç suçumuz.
“…Mağlup mu desem mahcup mu
Ama ikisi de değil
Ben garip sen güzel
Dünya umutlu…”
Sen ister dostum ol ister sevgilim, yeter ki hayatımda ol. Sen bana geldikçe sana ihtiyacım olacak. Senden başka hiçbir isteğim yok.
Terketmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça…
Ve ellerim, kelepçede,
Tütünsüz, uykusuz kaldım,
Terketmedi sevdan beni…
Gitmek, gözlerinde gitmek sürgüne. Yatmak, gözlerinde yatmak zindanı gözlerin hani?
Özledim diyebiliyorum ya, yeter bana.
Evet özledim seni.
Sus, kimseler duymasın, duymasın, ölürüm ha. Aymışam yarı gece, seni bulmuşam sonra. Seni, kaburgamın altın parçası. Seni, dişlerinde elma kokusu. Bir daha hangi ana doğurur bizi?
“Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim.”
Ve sen geçersin içimden. Bitmek bilmezsin.
”Bir daha dünyaya gelsem aynı hayatı, daha ustaca ve korkusuz yaşarım.
Ama bu sefer seni tanımakta gecikmem…”
Bir sevdadır böylesine yaşamak, tek başına ölüme bir soluk kala, tek başına zindanda yatarken bile, asla yalnız kalmamak.
Rüya, bütün çektiğimiz.
Rüya kahrım, rüya zindan.
Nasıl da yılları buldu,
Bir mısra boyu maceram…
Bilmezler nasıl aradık birbirimizi,
Bilmezler nasıl sevdik,
iki yitik hasret,
İki parça can.
Bir ben kaldım, ortasında kavganın, bir de karanfil yürekli çocuklar.
Hani milâttan önce,sonra diye bir deyim var ya! Kızmasan,küfretmesen,“Leylâ’dan önce”,“Leylâ’dan sonra”diye başlatıcam takvimimi.
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz rivayet sanılır belki, gül memeler değil domdom kurşunu paramparça ağzımdaki.
Gözlerinden, burnunun üst dudağına düşen fark edilmez incecik gölgesinden öperim canım. Öperim ömrüm. Yaşşa!
Bir bilsen kimlere tasa, kedersin, anlar mısın, şaşırıp ağlar mısın ki? Bir bilsen kardeşlerim ne can çocuklar ve bilsen nasıl vurur beni bu duvar.
“Sızlar bir yerlerim,
Adsız ve kayıp.
Sızlar;
Usul usul,
Dargın…”
Öyle yıkma kendini, öyle mahzun, öyle garip. Nerede olursan ol, içerde, dışarda, derste, sırada, yürü üstüne üstüne, tükür yüzüne celladın, fırsatçının, fesatçının, hayının.
Utanırım,
Utanırım fıkaralıktan,
Ele, güne karşı çıplak…
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun ?
Vurulsam kaybolsam derim, çırılçıplak, bir kavgada, erkekçe olsun isterim, dostluk da, düşmanlık da.
Sevgili Leyla,
Nettin anam? İşin gücün nicedir? Gene astın beni bu sıralar. Ben de sıkmağa başladım ya. Elimde değil. Sensiz tadı yok evrenimin. Bütün günlerimi hemen hemen seninle konuşarak geçiriyorum. Bir yargıya mı varıcam, sana danışıyorum. Çok güzel bir şey bu. Yaşamamı anlamlı kılan bu. Herhal o azizler, evliyalar, İsalar da Tanrılarıyla böyle konuşurdu. Bir tertemiz sükun, riyadan,zulümden, içsel murdarlıktan bir uzaklık…Bu yüzden mi ne? Çok tehlikeli konularda bile bazılarının zorunlu saydığı tedbirli dövüşü hor görüyorum. Beni o orta çağ yiğitlerine götürüyorsun. Forumu okudun mu bilmem. Tabii senin düşünlerin kesin bir önemde benim için. Sana güvenmediğim hiçbir konu yok! O hayın zekana anlatamayacağım bir hayranlık duyuyorum. Ben megaloman sanılacak kadar kendimi bir şeyler sanırdım oysa. Biraz da şımartılmadığım değil! Oysa senin o çırılçıplak meseleleri ortaya koyuşunla benim terletici uğraşım nispetlenemez bile. Seninki bir deli uçan su, hatta bir Niagara. Benimkiyse şu bizim Allahlık terkos musluklarından herhangi biri!
Müthiş özledim seni. Apışıp kaldığım da bu. Yahu ben ömrümde hiçbir kavram üzerinde yarım saatten fazla uğraşmadım. Ya hep kolay işler çattı bana, ya da her nasılsa söktürdüm işte. Ama şimdi. Dünyanın en tükenmez mutluluğundayım. Ne yana dönsem sen. Elimi neye uzatsam yalnız değilim.
Yazıver canım, yazıver bana
Canım benim, bilir misin? “Canım” dediğimde içimden canımın çıkıp sana doğru koştuğunu duyarım hep.
Böyleyken gene de şükretmem halime, hergelelik, açgözlülük eder, seni üzerim. Aklıma gelmez ki seni usandırır, sana gına getiririm. Sana dert, sana ağırlık sana sıkıntı olurum. Nemsin be? Sevgili, dost, yâr, arkadaş… hepsi. En çok da en ilk de Leylâsın bana. Bir umudum, dünya gözüm, dikili ağacımsın. Uçan kuşum, akan suyumsun. Seni anlatabilmek seni. Ben cehennem çarklarından kurtuldum. Üşüyorum kapama gözlerini.
Ard arda kaç zemheri, kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu. Dışarda gürül gürül akan bir dünya. Bir ben uyumadım, kaç leylim bahar, hasretinden prangalar eskittim.
Rüya, bütün çektiğimiz.
Rüya kahrım, rüya zindan.
Nasıl da yılları buldu,
Bir mısra boyu maceram…
Bilmezler nasıl aradık birbirimizi,
Bilmezler nasıl sevdik,
İki yitik hasret,
İki parça can.
Çatladı yüreği çakmaktaşının,
Ağıyor gökkuşaklarının serinliğinde
Çağlardır boğulmuş bir su…
Ağıyor yeşil.
Leyla! Çaresizliğimden gayri hiç bir kabahatim yok benim.
“Gün yirmi dört saat seni düşünmek. Ne yüce, ne sonsuz bir duyu bu, bilir misin ki?”
Hakikatli dostun muydu, can koyduğun ustan mıydı, bir uyumaz hasmın mıydı, ooooof de bunlar olsun muydu? De be aslan karam, de yiğit karam, hangi kahpenin hançeri, saklı hançeri, yaranda?
Kimselere kendi adıma kinim, nefretim yok. Sade insanoğlunun niçin bu kadar alçaldığını, niçin bu kadar budala olduğunu hâlâ anlayamadığıma yanıyorum.
Seni anlatabilsem seni. Yokluğun, cehennemin öbür adıdır. Üşüyorum, kapama gözlerini.
…Seni güzel eden, dost eden, dayanılmaz eden yine sensin. Bunu da öğren. Ve hiç bir kahraman, hiç bir âziz, hiç bir hergele, sana azap veremez. Azâbı sen kendin icâd ediyorsun…
Beni, gözlerin götürür gözlerin aşkla, acıyla. Kuşatmışlar sesimi, soluğumu kesilmiş tuz ekmek payım vurgunum ve darda, gözaltındayım.
Dünyaya geldiğime pişman değilem! Seni tanıdım çünkü .
Vurulmuşum, düşüm gecelerden kara, bir hayra yoranım çıkmaz. Canım alırlar ecelsiz, sığdıramam kitaplara. Şifre buyurmuş bir paşa, vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız…
Ruhum…
Mısra çekiyorum, haberin olsun.
Çarşıların en küçük meyhanesi bu,
saçları yüzümde kardeş, çocuksu.
Derimizin altında o ölüm namussuzu…
Ve Ahmedin işi ilk rasgidiyor.
İlktir dost elinin hançersizliği…
Ağlıyor yeşil.
Duymak, gözlerinde duymak üç ağaçları susmak, gözlerinde susmak, ustura gibi… Gözlerin hani?
‘Ve bizi biz eden amansız sevda,
Atıp bir kıyıya iki zamanı
Yarının çocukları, gülleri için,
Koymuş postasını,
Görmüş restini.
He canım,
Sen getir üstünü.’
Sen en güzel kızısın bütün galaksilerin bense tözüyüm artık akkor tözüyüm Prometheus’u yakan kara sevdanın.
Ben bütün bu belki de mânâsız iç sıkıntılarından senin var olduğunu hatırlayarak sıyrılıyorum.Bir pınar,bir dağ suyu gibi dinlendiriyor,kandırıyorsun.Bu bakımdan gelmiş geçmiş âdemoğulları içinde şüphesiz en şanslı durumdayım.
Kaderimiz bir tuhafsa, ömrümüzü dolu bir kadeh gibi sindire sindire içemediysek, günahı boynumuza değil.
Yarı canım, Nazlım
Merhametsiz ömrüm, Zalım Leyla” idi.
Nicesin, yaz bana gülüm
Ne güzel kızsın sen!
Ne yiğit dost
Nicesin dilemin
Ben senin mecburunum
Başkaca yokum
Tamamla beni.
Şiirimde olsun tamamla.
Mağlup mu desem mahcup mu ama ikisi de değil. Ben garip, sen güzel dünya umutlu öyle bir tuhafım bu akşamüstü sevgilim canavar götürür gibi iki yanım iki süngü…
“Her kadında bir Kleopatra damarı, her erkekte de bir Sezar ahmaklığı vardır.”
Leylim leylim ayvalar, nar olanda sen bana yar olanda. Belalı başımıza dünyalar dar olanda.
Daha daha nasılsın şaheser dost?
Hatırlıyor musun, yüzünü aklımda tutamıycam diye korktuğumu söylemiştim bir kere. Hâlbûki nasıl yanılmışım! Hasta hâfızama çakılmışsın âdeta.
Elim erse, ayağım tutsa, seni bütün cihanın görebileceği bir kuleye çıkarır ve bağırırdım: İşte, insan buna derler! Böyle olmağa çalışın! İki milyar beş yüz
milyon âdem evlâdının seni tanımalarını, öğrenmelerini istiyorum, anlıyor musun?
Yankın yasak, aynalara. İnemem bahçende talan, tam, boş yanı bu, derim namussuzun, tam, bıçağım cehennem gibi güzelken, aklıma düşüyorsun ellerim arık.
Ve sen daha demincek,
Yıllar da geçse demincek,
Bıçkılanmış dal gibi ayrı düştüğüm,
Ömrümün sebebi, ustam, sevgilim,
Yaran derine gitmiş,
Fitil tutmaz, bilirim.
Ama hesap dağlarladır,
Umut, dağlarla.
Salavat getirir dağ dağ taburlar narlı bahçe üzere, kanlı bir akşam gelen elçi değil Azrail olsun, anam avradım olsun kaçarsam.
Evet,ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
Hani,kurşun sıksan geçmez geceden,
Ve zehir-zıkkım cıgaram.
Gene bir cehennem var yastığımda,
Gel artık…
Maviye maviye çalar gözlerin, yangın mavisine rüzgârda asi, körsem, senden gayrısına yoksam, bozuksam, can benim, düş benim, ellere nesi? Hadi gel, ay karanlık.
“İnancın yittiyse, hâlâ nereme, neyime yazıyorsun benim? Seni seviyor, seviyor, seviyorum. Kız, köpür, itele ve kus hatta dilersen. SEVİYORUM. Başkaca da yokum. Yahut başkaca da var isem, seni sevdiğim için, senin yüzün suyun hürmetinedir.”
Kanun! Bu da bir maskaralık, bir dümen. Kanun yalnız biz fukaralar için var. O da cezalandırırken sade!
“Ve biz, milyarlarca, aşkın, yalanın, alçaklığın, kahramanlığın; kapıları, kapakları, kuş uçurmaz uzaklıkları ve ayrılıklarıyla, kahrolası yasaklarıyla, bu acayip kaos karanlığında, biz ikimiz! İki müthiş hasret, iki parça can…Ve canımda o ölüm namussuzu…”
Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu. Hani, kurşun sıksan geçmez geceden, anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık. Ve zehir, zıkkım cigaram. Gene bir cehennem var yastığımda, gel artık.
Seni sevmek,
Felsefedir kusursuz.
İmandır, korkunç sabırlı.
İp’in, kurşun’un rağmına,
Yürür pervasız ve güzel.
Sıradağları devirir,
Akan suları çevirir,
Alır yetimin hakkını,
Buyurur, kitabınca…
Sana yazmak, yazmak,yazmak istiyorum…Seni bütün şafaklarda,evrenlerin o ıssız ihanet saatinde öperim.Ve sen geçersin içimden.Bitmek bilmezsin.
Vurun ulan, vurun, ben kolay ölmem. Ocakta küllenmiş közüm, karnımda sözüm var halden bilene.
“Sen ister dostum ol ister sevgilim, yeter ki hayatımda ol.
Sen bana geldikçe sana ihtiyacım olacak.
Senden başka hiçbir isteğim yok.”
Bu gözler, bir kere bile faka basmadı çığ bekleyen boğazların kıyametini karlı, yumuşacık hıyanetini uçurumların, önceden bilen gözleri. Çaresiz vurulacaktı, buyruk kesindi, gayrı gözlerini kör sürüngenler yüreğini leş kuşları yesindi.
Kaç yol ağlamaklı oluyorum geceleri…
Nasıl da almış aklımı,
Sürmüş, filiz vermiş içimde sevdân,
Dost, düşman söz eder kendi kavlince,
Kınanmak, yiğit başına.
Bu, ne ayıp, ne de yasak,
Öylece bir gerçek, kendi halinde,
Belki, yaşamama sebep…
Bunlar, engerekler ve çıyanlardır, bunlar, aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardır, tanı bunları, tanı da büyü. Bu, namustur künyemize kazınmış, bu da sabır, ağulardan süzülmüş. Sarıl bunlara sarıl da büyü.
Nerede beklediğim şiirlerin? Hep kulağıma, kalbime ve beynime fısıldayacaksın da ben mi yazacağım? Gerçi bu, değme şaire nasip değil ama, asıl seninkiler mühim. Buna da inan, bunu da bil, e mi? Sonra ben, böyle istiyorum. Ben,isteyince yapmaz mısın? Biraz da bunun için, bu sebeple yazmalısın. Alışıncaya, sende de yaratıcılığın altın kapıları, bütün kanatlarını açıncaya kadar. Sonrası ne benim ne de senin elinde. Sonrası, alıp götürür… Yalnızlığı, riyayı, canavar azgınlığı, o namussuz ölümü, yıkar, tarumar eder. Kadeh hiç boşalmaz, rüya hiç bitmez (gerçekleşir çünkü), gençliğin ve güzelliğin, cihanlar durdukça devam eder..
Seviyorum mümkün değil; aranızda kurşun, yasak bölge var sen genç, sevdan ölünecek kadar güzel kanunu yapanlar ihtiyar.
Elbette ki önce sen! Nem var ki başka! Ha, neyini mi merak ederim? Serçe parmağındaki tüyden, kulak memendeki tatarcık ısırığına, düşlerine, esnemene, şıpıdık terlikle mutfaktan çıkışına kadar nen varsa!
Gözlerini öperim. Ama gene yarımım.