Nurullah Genç Sözleri
Nurullah Genç Sözleri
1960 doğumlu olan Şair’in hayatı oldukça zor ve yorucu geçmiştir. Fakat yaşadığı hayat ve şartlar onu daha olgun ve başarı getirecek basamaklara taşımıştır. Hayatında yaşadığı tüm zorluklara rağmen şuan sahip olduğu yer güzeldir. Şair, ayakkabıcılık, fırıncılık yapmış ve okul harçlığı çıkarmak için inşaatlarda çalışmıştır. Doğdu köyde okul bulunmadığı içinde çoğu zaman amca ve akrabalarının yanında kalarak durumu değiştirmiş ve sıkıca istediği hedeflere sarılmıştır. Mütevazı bir tavrı vardır aynı zamanda şiirlerinde güzel manalar bulunur. Hem düşünce adamı hem de şair olan Nurullah Genç Sözleri çok güzeldir. Şartlardan dolayı dışarıda uyumak zorunda olduğu günler bile olmuştur. Hayatındaki tüm bu sınamalar ile yılmamıştır. Bu yüzden Nurullah Genç Sözleri maddi zevklerden çok manevi içerikleri barındıran zengin bir yapıya sahiptir. Sevdiğiniz ya da çevrenizde olan insanlarla Nurullah Genç sözlerini paylaşarak onlarında bu güzel adamı tanımasına vesile olabilirsiniz. Üzerinde durulacak oldukça güzel sözleri vardır.
Bir kadın gülmeyi unuttuğunda
Saçlarından süzülürmüş acılar
”Annesi ölene ”öksüz” denir.
Babası ölene ”yetim” denir.
Kocası ölene ”dul” denir; ama evladı ölene hiç bir şey denmez.
Çünkü bu acıya isim bile konamaz.”
Ne yaparsam yapayım, sonunda içimle baş başa kalıyorum.
Ve derin bir hüzün gelip kaplıyor içimi.
Benim yurdum içimde galiba.
Kırmızıyı sevdiğini bilseydim
Hayallerim kıpkırmızı olurdu
Şairlerin yalnızlığı anlattığı bir yüz, bestekârların uğrak yeri gözler…
“Avareyim, asûdeyim, yorgunum
Bilmiyorum neden sana vurgunum.”
Uzaklardan bir rüzgar esiyor efil efil..
Sessizlik,acze düşen bir hayal kadar sefil…
Sevda benim sessiz ağırlığımdır.
Bir türlü anlayamıyorum. Akıl sahibi oldukları halde, niçin hayvanların yapamadıkları kötülükleri yapıyor insanlar? Toplumun damarlarını zehirle dolduran beyinler, tanımadığım hangi şeytana kölelik ediyorlar? İnsanlar vuruluyor, dükkanlar yağmalanıyor, bankalar soyuluyor, kahveler taranıyor, evler bombalanıyor, masum kişiler cadde ortalarında tartaklanıyor…
Sorumlusu kim bunların? Rasim’ler, Musa’lar kimin piyonları? Hangi şahın sözcülüğünü yapıyorlar? Benim gibi ortada kalanlar mı zavallı yoksa? İlle de, bir şahın eteğine sarılmak mı lazım? Ölenlerin hesabını kim nasıl verecek? Bulaşıcı hastalıktan ölmüyor ki onlar. Kahpe ellerin çektiği tetikler kıyıyor canlarına…
Aynı topraklarda yaşayıp, tarihi bir, dini, ırkı, dili bir insanların ölüm kalım savaşına girmeleri, hangi ifritlerin tezgahında planlandı? Onlar yeryüzünde, yeleleri altın ve gümüşten atlara binmiş sefa sürerken, avuçlarına aldıkları vatan evlatlarını, içinde büyüdükleri toplumu yok etmek için programlıyorlar. Millet olarak bu kanlı oyunun farkına bir türlü varamıyoruz. Çünkü birbirimizin kuyusunu kazmaktan başka amacımız yok.
Ya gülmeyi öğret bakışlarıma
Ya da sessizliği, hicranı sevdir
“İstikbal hiç de iyilik vaadetmiyor!”
bir elimizde umut
bir elimizde sevda
yürüyelim seninle İstanbul’da
musiki kesilsin, tükensin yazı
çaresiz kalınca mızrap ve şiir
ozan bir kenara bıraksın sazı
ressam fırçasına neden mi kızgın
tuvalde çizgiler, renkler kırmızı
kırmızıyı sevdiğini bilince
çekilir mi artık güllerin nazı
Kelebekler uçmuyor artık düşlerimizde
O ve ben, yeryüzünde su ve toprak gibiyiz
Halimiz biraz Mecnun, biraz Leyla sayılır
İkimiz de mahzunuz, dalgın, ürkek ve sessiz
Göğsümüzden hindiba kokuları yayılır
sana doğru her adım, neden hep ölüm sunar?
seni her andığımda, renk solar, desen yanar..
Aşk ; eğri ayakları düz görme sanatı..
Bir yanda boynumu büküyor hayal
Bir yanda ateşe gömüldü bahar
Beni dinlemiyor şimdi aynalar
Ruhum bir vadiyi taşıyan hamal
Her umut içimde kanlı bir sürgün
Garip bir hüzün var içimde bugün
Sevda bir çıkmazın içinde yorgun
Hücrelerim dargın, benliğim kırgın
Ne mavi çekiyor beni, ne beyaz
Kim der ki: mutluluk bir pula değer
Dünya yıkılmaya mahkûmmuş meğer
iki dağ parçasıyız göl kenarında
aramızda uçurumu sevdanın
rüzgar eser ahımızı getirir
ikimizde bu yerlerde yetimiz
kâh ben onu, kâh o beni yitirir
yağmur yağar, çoğalır hasretimiz..
Sen rüyadan uyandın; senden uyandı ölüm
gözlerin uğrak yeridir bestekarların
şairler hüzne dalar yeşil okyanusunda
eşiğinde ölümsüz dilenciler
gözlerin gecenin intiharıdır
sen gözlerine mahkumsun; gözlerin bana
ben şiir yazmasam, kim tanır gözlerini
geçerken yalnızlık sokağından
hangi demirci indirir parmağına çekici
hangi berber yanağını keser müşterisinin
gözlerine bakmasam, doğar mı güneş
Islak bir rüyadır bende karanfil
Ruhum, kokusunun dilencisidir
Bu yorgun bir alev damlası değil
Büyük yangınların habercisidir
Alıp götürdü benden seni bütün gemiler
Gemiler gözlerimden akanı görmediler
İnsan kendi karanlığına çekermiş
Yaşanmamış mevsimlerini sevdanın
kendi cehenneminin ateşidir insan
İnsan sadece karnını doyurmak için yaşamaz. Mideden başka organları da vardır insanın.
“Kimse gerçeklerin ne olduğunu bilmiyor. Herkes kendi menfaati için konuşuyor. Kendisine yarar sağlayacak şeylerin gerçek olduğunu düşünüyor.”
Acıtıyor içimi insanların duyarsız
Kalbimden habersiz tebessümleri
Ben hep aynalarla sınanıyorum
“Allah’ım onu bir gül gibi baharımda tut . . .”
Çocuklar
Bilmelisiniz ki ölümün rahmi
Ana rahminden daha karanlık
Ve daha derin
Gel gör ki, hayat
Beyaz bir yağmurun ardından koşan
Kurak bir yazdır şimdi
İçimde kum saati, ne ileri, ne geri
İnsanımızın en önemli meselesi :düşünememek..!
Pazarda satılırken sultan olmak Mısır’a
Oysa nice yeminler bozulur ardın sıra
Hangi kahraman, kendisini aydınlatan bir ışık olmadıktan sonra, içinin karanlığında yürüyebilir ki…
İnsanoğlu işte ! Birisi ağlarken , bir başkası güler .
Ne güzel bir yanı vardır karanlıkta kalmanın.
İşte o zaman, yüreğinde ışık olanların nasıl tökezlemeden yürüdüklerine şahit oluyor insan..
Her şey bir keşmekeşten ibaretti. İnsanoğlu, süslü olduğunu sandığı küçücük bir dünyaya sıkışmış, aslında içindeki boşluğu unutmak için kendisini avutuyordu…
Sevda benim sessiz ağırlığımdır.
Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım O mücella çehreni izleseydim ebedi Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım.
Ah, küçük bir vatanım olsa kalbinde senin Birbirine karışsa ölümümüz, ömrümüz.
“Ömür boyu düzensizlikleri yıkmak için çırpınmak lazım. Yoksa, açlar her zaman aç, toklar ise tok olarak kalacaklardır.”
hatıra kalsın diye bırakır da ruhumu,
mahzun bir derviş gibi boyun büker,
giderim..
Oysa aşk, karanlıkta ölümcül bir hülyadır.
Erzurum garında banklar üstünde
uyku tutmuyor karanlıkları
Nedir şu koskoca kainatın sırrı? Böylesine mükemmel bir nizamı niçin habire bozmaya çabalıyor insanlar? Bu derece ikiyüzlü, haksız, düşkünün halinden anlamaz oluyorlar? Hayatın akışı içinde, yaşadığım olaylar niçin beni de bu tip bir insan olmaya yöneltiyor? Kötü bir karakter sahibi yapıyor? Olması gereken bu mu yoksa? Ağır bir imtihan mı hayat? Böylesine zor şartlar altında mı dürüstlüğü ölçülüyor insanın? Kim dürüst ki? Her fert, saf mı saf, doğru mu doğru bir vatandaş olarak görüyor kendini, ama aslında, yaşadığı yanlışı doğru olarak gösterebilmenin kavgasını veriyor…