Şükrü Erbaş Sözleri
1953 yılında 7 Eylül ayında Yozgat’ta dünyaya gelmiştir. İlk ve orta öğrenimlerini de burada görmüştür. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Sosyal Bilimlerden mezun olmuştur. Daha sonrasında Toprak Mahsulleri Ofisinde çalışmış yöneticiliğe kadar yükselmiş ve bu kurumdan emekli olarak kariyerini bitirmiştir. Daha sonrasında 1984 yılına geldiğimizde Yarın adı bir Derginin yazı kurulunda görev yapma imkanı bulmuştur. Edebiyatçılar Derneğinde ise yöneticilik yapma kısmetini elde etmiştir. Kendisi şairdir ve Varlık Dergisinde ilk şiiri yayınlanmıştır. Yolculuk adındaki şiir kitabi ile 1987 yılında Ceyhun Atuf Kansu şiir ödülüne layık görülmüştür. Bir kaç kitabı bu şekilde ödül almıştır. Bir çok eseri bulunan şair şiirleri ile insanın içinde hüzün demleyerek okuyucusunu kendisine bağlamıştır. Bir tane düz yazı kitabı bulunmamaktadır.
Ve bir çocuk, çömelmiş yıkıntılar üzerine, göğüs kafesinden uçan sevgiyi tutmaya çalışmaktadır.
Ne zaman öğreneceksiniz bilmiyorum ki
Evlerin yalnız eşyalardan yapılmadığını.”
Öyle ucuz ettiler ki herşeyi
Sözü, saygıyı, erdemi..
Ölümü bile kirlettiler,
Ölümü bile kirlettiler.
“Bir kadının kirpikleriyle çizdiği gözyaşı haritasına, adamın kuramadığı cümledir şiir.”
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken duvarlara dalıp dalıp gitmesi . Türküsünü söyleyecek kimsesi kalmamak ayrılık…
”Şimdi ben bunca şiiri
Yazdım da ayrılıklar mı bitti.”
Vefasızlık, Hatice
İnsanın büyük yalnızlığı
Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu?
“Büyüklerin bunca uzun yaşadığı bir ülkede
Bir onur dersi midir çocukların ölümü?…”
Benim biricik ayrıcalığımsın oysa. Sana işgal dersem dünyayı nasıl tanımlarım ben.
“Gözümüz kapılarda kaldıkça daralır içimiz
Gitsek kırarız korkusu,
Kalsak rahat değiliz… ”
Her şeyin dokunması insana bu içli saatlerde,
Zamanın aldıkları geri dönmediğindendir.
Başkalarını anlama ve sevme becerisi olan herkes şiiri de sever…
Gizemli bir suskunluğun
Dargın diliyim.
Kan gülleri büyütürüm
Sabır saksılarında…”
Senin bütün hayatına yetecek bir söz söylesem
Seni bu söze inandırsam, kendimi yatıştırsam,
Sussam
Sonunu görmesem de ömrümde bir şeye inanmış olarak
Ölürdüm
Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim.
Senden başka kimseyi aramadım gittiğim yerlerden..
Sevmek insanın en büyük acısıdır..
Kimin uzağı varsa kalbi var diyeceğim
” Gökyüzü açık da olsa kapalı da
İnsan sevmedikçe onu göremez.. ”
Gitmek, uzaklar;
en huzurlu hayatların bile, gizli- açık diplerde depreşen yatışmaz isteği, ruh kamçısıdır..
İnsan sevmezse ölür
”… Ne zaman beni göremezsen
Arkana döndüğünde,
Yalnızlığın o zaman başlayacak…”
Kimsenin yağmuru seyretmediği bir dünyada, yıldızları sevmenin yalnızlığı ile her gün biraz daha geri çekildim.
Üstüme örttüğüm yorgan, yüreğimdeki serçenin küçücük ürkek kanatlarıydı..
Yağmur yağıyor Ömür Hanım… Gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına… Ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum.
“O kadar çok şey geçti ki gözlerimizin önünden
Sonunda hiçbir şey göremez olduk.”
Birazcık gülsen, vay sen misin gülen;
yetişir hemen hüzün..*
“Nereye bakarsam bakayım,
Sen uzaklaşıyorsun.”
Sevmek, insanın en büyük acısıdır.
Ben ölmeden sana ölüm yok,bunu unutma
Konuşmaktan korkmak, güçsüzlüğün insan ruhunda açtığı en derin çukurdur. Kimse bu çukuru başkasının gücüyle dolduramaz ve ne gariptir ki çukur büyüdükçe büyür insanın yıkımı.
Şiir bize anlamayı öğretir, sevmeyi öğretir, karşı çıkmayı öğretir, sessizliğe saygıyı öğretir, ufukların ardını öğretir, geleceği öğretir, soru sormayı öğretir, kendi gözümüzün ve kalbimizin büyüsünü öğretir, sınırların saçmalığını öğretir, alın çizgisinin derinliğini öğretir, kuşkunun verimliliğini öğretir, yetinmemenin zenginliğini öğretir, zorbalığın zavallılığını öğretir, zamanın ürpertisini öğretir, gecenin ışığını öğretir.Kısaca insanın ve doğanın tükenmez hazinesini serer önümüze, ruhumuza. Bilincinde olalım olmayalım; mezar taşımızdaki hayıflanmadır şiir..
İnsan düşündüğü kadar özgürdür.
Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İncecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı… ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,
yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür hanım?
Biliyorsun ya susarak yaşamak zorundayım seni
Bu yüzden gecelere ve sözcüklere
Bölüyorum ağırlığını…
Çocukların uçurtmalarına benziyorsun,
biliyor musun ?
bir gönül kırgınlığının acısını dindirecek bir yolculuk yapılmadı henüz..
“Yine de hiçbir bomba, bir çocuğun gözlerinden büyük çukur açamayacak dünyaya…”
Herkesin başkasını konuştuğu
bu aynalar pazarında
seni kimselere
söylemeden öleceğim.
“Alnımda karakalem bir gelecek resmi
Ağzım kanatları kesik şarkılar.”
Yaşanmış ve yaşanmamış ne varsa sana ilişkin, dünya kadar bir yumruk olup oturuyor boğazıma..
Yastığa başını koyduğunda başucundaki boşluğa bak. Ayrılık diyordun ya.
Bir tel saç imiş
Yirmi dokuz harf çırpındığım.
Çocukların uçurtmalarına benziyorsun
Biliyor musun
Rüzgârı hiç dinmeyen bir mavilikte
Güneşli sular gibi gülümsüyor yüzün.
Sesinden başka suçum, yüzünden başka iyiliğim kalmamıştı.
Sana neden sığındığımı anlıyor musun?
Biliyor musun, yalnızlık insanın kendi seçimiyse iyi bir sığınak sayılmalı. İnsan geçmişe gülümseyerek bakıyorsa, başka bir umarı kalmadığındandır…
Kimsenin sevinci kimseye bir şey demiyor
Kimseler duymuyor başkasının hüznünü…
Herkesin kendi rüzgârıyla üşüdüğü bu yerde
Yalnızlığa çarpa çarpa tarazlandı bedenim
Gece, yalnızlığımıza çekilen gök perdeyse
şiir içerdeki aydınlığımızdır.
yaptıklarından değil, yapamadıklarından pişmanlık duymalı insan..
İnsan uçsuz bucaksız kentte yalnız kalır, milyonlarca başka yalnızla yapayalnız.
Susarak büyümüş iki çocuktuk biz, kendisini sevmeyi bilmeyen.
Sevgilim,
Bu ülke senin gövden kadar masum olsaydı
Bir tek anne oğlunu devletten sormazdı…
Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime,
bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım.
Susmak iyileştirmiyor yarayı
Yeni yerlere varıyor eski sözler.
Ölümün ömrü yok, ölümün yüreği yok. Ölüm çocuk büyütmeyi bilmez. Ölümün evi yok, ekmeği yok, sevgisi yok.
Usul gülüşlerimizde hüzün lekeleri
Küçük ayrıntılara yöneldik nicedir.
(İçedönük duygulu karamsar)
Böyle bir yalnızlıkta seni düşünmek kadar büyük özgürlük yok. Kalabalık, yağmalıyor insanı.
“İnsan nasıl başlar yeni bir hayata
Bir diş gibi sökülüp atılmışsa yerinden..”
“Günüm seninle başlasın istemiştim,
Çok değil ki…”
Öyle ucuz ettiler ki her şeyi
Sözü, saygıyı, erdemi
Ölümü bile kirlettiler.
Söylenen her söz biraz daha
Biraz daha büyüttü suskunluğumu…
Bir elini ötekinde ısıtıyor yalnızlık.
Bir yere gitmeden gelecek birisini bekliyordu herkes. Koro halinde susuluyordu ve yalnızca yüksek sesle konuşanlara inanır olmuştu insanlar.
Kirpiklerin gölgelesin yüzümü
Gözlerin ömrümün göğü olsun
Demiştim, çok değil ki…
Ayrılık ne biliyor musun?
Ne araya yolların girmesi,
Ne kapanan kapılar,
Ne yıldız kayması gecede, ne güz
Ne ceplerde tren tarifesi,
Ne de turna katarı gökte.
İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!
Ömrüm
Ah benim ördükçe sökülen
Yakasız kolsuz hırkam…
Bir kirlenmeden korumak için susarak yaşadığım her şeyin bir yenilgi olduğunu çok sonra öğrendim.
Benim, kıyısında bir saygıyla beklediğim olanak, başkalarının çiğneyip attığı bir sıradanlıktı..
Sözü yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı.. Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya..
Geçsem kirpiklerinin
Canıma kement kıvrımlarından
Geçsem ve dursam
Derin hülyasında gözlerinin
Sevinse azıcık içimdeki ihtiyar.
Bir güz düşünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış, böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de?
Kimsenin sesinde bulut yok, kanat yok, rüzgâr yok; bir hızar sesiyle konuşuyor artık herkes…
Eskimiş eşyalarız yeri hiç değişmeyen
Yalnızlığı çağrıştırıp yılgınlığı biçimleyen.
Bir odadan ötekine geçerek ne kadar yatıştırılırsa yalnızlık, o kadar yatıştırıyorum..
Ne diyordu ince şeylerin annesi
“Ötekini oku, derinde dipte duranı.” *
Konuşuyorsun ya
Sisten güneşe çıkıyor
Kırmızı kuşlar..