Rasim Özdenören Sözleri

Rasim Özdenören Sözleri

Önemli öykü yazarlarından biri olan Resim Özdenören, 1940 yılında Kahraman Maraş’ta hayata gelmiştir. İlk ve öğretim yıllarına burada devam eden yazarımız daha sonra farklı şehirlerde öğrenimine devam etmiştir. İstanbul Üniversitesi Hukuk daha sonra ise Gazetecilik bölümlerini okudu. Bunlardan sonra devletin planlama teşkilatında görevli olarak çalıştı. Daha sonrasında bir araştırma sebebi ile Amerika farklı şehirlerine gitmiş ve iki yıl kadar burada kalmıştır. Bundan dört yıl sonra ise Türkiye de Kültür Bakanlığı müşavirliği yapmıştır daha sonrasında da yine aynı yerde müfettişlik yapmıştır. 1978 yılında istifa etmiş ve daha sonra tekrar memurluğa dönme kararı almıştır. Yazdığı eserler ile daha sonra dikkatleri üzerine çekmiş ve yazdığı eserler film konusu olmuş aynı zamanda ödüller almıştır.

Bir şey yapmamanın da bir eylem olduğunu çoktan anlamıştı.

Unutulmuş birçok şey vardı ağlamasını gerektiren.

Hep yalana inanmaya alışmış olanlar doğruya inanmakta güçlük çeker.

Sen yanımdayken seni düşünerek sana ulaşmaya çabalıyorum Efendim. Nerdesin?

Bakışından görme yeteneği alınmış biri ne yapsa nafiledir; o hiçbir şey göremez, sadece karanlığı çoğalır.

Mevcut hayat tarzı içinde, insan, kendini eşyaya hükümran sanmaktadır. Fakat aslında eşyanın kendisine hükümran olduğunu bilmemektedir. Her fert, kendi ekonomik bağımsızlığını istemektedir, fakat bu yolla ekonomiye bağlandığını hissetmemektedir. Eşya hevesi gitgide artmaktadır, fakat bu hevesine bir sınır çekmeye gücü yetmemektedir. Daha doğrusu bu hevesi için bir sınır olabileceğini tahayyül edememektedir.

“İnsanlarımız bazı meseleleri anlamak hususunda şaşkına dönmüşse, bu onlara kendi ölçülerinin unutturulmuş olmasından ileri geliyor.”

Özlemek ora ile bura arasında gerili durmaktır.

Ama sen, sana dokunabileceğim uzaklığın hep bir kulaç ötesinde kalırsın.

Bir hadis-i şerifte belirlendiği gibi, İslâm’da belki aklı aşan hükümler vardır, fakat akla aykırı hükümler yoktur.

Kimi zaman, özellikle çağımızda soyut putlar daha revaçtadır..

Artık kimseden hasbi davranışlar bekleyemez hale getirildik. Kimseye “Allah rızasından” bahsederek bir ricada bulunamaz olundu. Komşuluk, dostluk ilişkileri bile ucunda bir çıkar olup olmadığına göre bir değer kazanmakta ya da kaybetmektedir. Hayır-gönül, Allah rızası, hasbilik çoğumuz için unutulmuş, uzaklarda kalmış bir hatıradır sanki.

“Sanat bunalımlı toplumlarda daha çok gelişir.”

İmam Rabbani’ye: ”Bize bir keramet göster” derler. O da, bir kaç adım atar ve: ”İşte yürüyorum” der.

İnsanın yapmadığı şeyi söylemesi nasihat değildir, ahkâm kesmedir.

Ölen sen miydin yoksa ben miydim, bunu kimse bilemedi.

Biz, Osmanlı’yı bütün hatalarına ve her şeye rağmen mücerret bir islami gayret içinde gördüğümüz için severiz.

Ölüm artık evimizde hiç beklenmeyen ve her an beklenen bir tanrı misafiridir: onun ılık, ıslak, bulaşıcı havasında soluk alıyoruz.

İyi bir Müslüman kötü bir dünyanın şartlarını sineye çekerek yaşıyorsa hala iyi bir Müslüman olarak yaşamakta olduğunu savunabilir mi?

Müslüman’ın antiemperyalist oluşu, basit bir siyasi tavır alma meselesi olarak yorumlanmamalı.

Söylememi beklediğin her neyse, hepsini söylemiş say.

Bence bir insanı tanımanın tek bir yolu vardır,onu bitmiş kabul etmek. Onu artık yaşamıyor saymak. İnsan ancak böyle bakınca onu olduğu gibi, tamamlanmış olarak görebilir.

Biliyor musun, korkaklıkta bulaşıcıdır, yiğitlik de.

Allah’tan başkasına kulluk edeni Allah her şeye kul eder.

Ben, asıl kendi hatalarından kaçan, kendi hatalarını görmezlikten gelen tavırdan korkarım.

Sevmeye yeteneğimin olmadığını biliyorsun. Sana mahsus değil, kimseyi sevemem ben.”

“…Harcama tutkusu sonsuz olan fakat elindeki imkânları ne kadar zorlarsa zorlasın tutkusunu tatmin edemeyen herkes kendisini yoksul sanıyor. Kaldı ki, böyle bir anlayışla herhangi bir doyum noktasına ulaşmak teorik olarak da imkânsızdır. Başka bir deyişle, tüketim ekonomisinin getirdiği kıstasa göre aslında bizzat zenginlik kavramı tanımsız bırakılmıştır…”

İçimde bir şey kurulup kurulup yıkılır gibi.

Ben bir yerlerdeyim, hep bir yerlerden bir yerlereyim…

Eğer ilim, ”hazmıyla” birlikte gelmezse, o ilim insanı bozar, yolunu şaşırtır.

Eve kapanıp kalmakla insan değiştirmek istediği bir dünyayı değiştiremez.

İnsan, başkasında kınanacak bir şey görüyorsa, onun varlığını en başta kendi nefsinde irdelemeyi denemelidir.

genelde sanılıyor ki hümanizma bütün insanlara insanca muamele etmenin, en azından böyle bir hevesin ve arzunun ifadesidir. aslında yanılsama da buradan kaynaklanmaktadır;çünkü batı insanı hümanizmayı sadece kendi mensubu insanlar için böyle algılamaktadır.

Bugün, Müslüman kalabalıkların içinde bulunduğu durum ilginçtir. Onlar, saf bir İslami zihinle donanmış değiller, onlar açıkça inkardan ve küfürden yana oylarını vermiş de değiller; tersine Müslüman olduklarını ve böyle kalma arzusunda olduklarını söylüyorlar; böyle olunca da dinin ölçülerine göre, kimse aksini iddia edemez. Fakat bu Müslüman aynı zamanda, Batı uygarlığının kendisinine telkin ettiği zihniyeti benimseme durumunda kalmıştır.

İçinizdeki İslâm’ı gösterin. Çünkü İslâm, sizin üzerinizde görünmek ister. İman gizlidir, İslâm açık. İman kalptedir, İslâm zahirde. İslâm şeriatsa, şeriat sizin amellerinizde görünmek ister.

İmam Gazalî şöyle diyordu: “Ömrün bitmiş, fakat sen yalvarmış yakarmışsın, sana bir gün daha verilmiş; işte şimdi öyle bir günde bulunuyorsun, öyle bir günde ne yapacaksan, her gün aynı gayretle o işe sarıl, öyle çalış, öyle ibadet et, öyle yaşa.”

Batı kafa yapısı, dini felsefe haline getirmiştir. Dinin hayata müdahale edecek, hayatı sevk ve idare edecek özünü iptal etmiştir. Marx, din afyondur, derken asıl bunu anlatmak istiyordu.

Yoksul çocukları esirgeyip korumak adına düzenlenen balolarda, göbekleri yeterince şişmiş adamların sabahlara kadar vur patlasın çal oynasın vakit geçirirlerken, bu çocukların okuma kitaplarını nasıl satın alabileceğinin hesabının yapıldığı bir dünyada bir bozukluk var demektir.

Ama ”kendini bilme”den maksat, temelde, ”kul” olduğunu bilmesidir.

“Müslüman, çağın gözüyle İslâm’a bakmaz, İslâm’ın gözüyle çağa bakar.”

Müslümanın en etken tebliğ aracı bizzat yaşayışıdır.

İnsanın kafasında oluşmuş olan ölçüler muğlaksa, onun meseleye yaklaşış tarzı da muğlak kalır.

Hep kendi yüreğine dalmak kurtuluş bundadır.

Bildikleriyle amel etmeyen birinin, bilmediklerini öğrenme çabasına düşmesi anlamsız olmaz mı?

İslam, Müslümanlara bir emanettir.

bana nasıl yaklaşacağını bilmiyorsan bunu hiç deneme.

Bol bol okuyun ve okumayı terk etmeyin. Derdi olan insan okur, derdi olmayan da okuyarak dert sahibi olur. Asıl mesele bir derdimizin olmasıdır.

başkalarının inanıp inanmaması değil mühim olan. Biz ne yaptığımızı biliyor muyuz, o.

“Yarın” diye düşünülen şey artık çoğumuz için öte dünya kaygısı olmaktan çıkmıştır.

Üzülüyorsun, doğru.
Kemiklerin çatırdıyor ağırlığı olmayan yüklerin altında.

Oysa zaman belki bir ömür boyu süren bir tek andır.

artık üzülmüyorum. Belki de üzülemiyorum. Bütün alçaklıklar bile doğal, çünkü alçaklık doğal.

Günlük konuşmalarımızda “din” diye bir ayrıma yer vermemiz, biz farkında olmasak da, bizim hangi zihniyete göre düşündüğümüzü ele verecek bir kıstastır.

Öylesine kötü bir eğitimin içinden çıkıp geliyoruz ki, eleştiri de, nasihat da asal anlamlarının dışına çekilmiştir: dedikodu ile sohbet, ahkâm kesme ile nasihat, eleştiri ile kınama birbirinin yerine kullanılabiliyor. Sohbetini dinlediğimiz biri, bakıyorsunuz, sohbet etmiyor, dedikodu yapıyor. Bir eleştiri konusu, birden bir kınama havasına dönüşebiliyor: sohbetin, nasihatin, eleştirinin asal anlamlarının dışında anlaşıldığı ve kullanıldığı görülüyor.

Efendim, hakikat aramakla bulunmaz, ama onu bulanlar arayanlardır.

“İşte yaşamak dediğin böyle ikilemlerden, zor sorulardan ibaret.”

Dünyevi zeminde en güzel ağlama biçimi, sevgiliyle baş başa gerçekleştirilendir.

Edep, yalan karşısında hakikate sözcülük edecek tavra sahip çıkmaktır. Edep, ceberut yalan karşısında, sessiz hakikatin yanını tutmaktır.

Çoğumuzun kafası klişe düşüncelerle, sloganlarla doldurulmuştur. Bu sloganlar doğrultusunda yönlendiriliriz. Giderek bu sloganları sahici düşünceler olarak kabul etmeye başlarız. Gerçekteyse bunlar bizi o sloganı üreten merciin (otoritenin) hizmetine amade hale getirir.

Allah’tan başkasından korkmanın, hele bir insandan korkmanın aşağılık bir şey olduğunu fark ediyor.”

Üreticilerin fiyatları düşürmek için piyasaya mal arzetmekten kaçınıp stoklama yolunu tercih ettikleri bir dünyada, bir kısım insanların çıplak gezdiğini görünce, bu işin içinde bir bozukluk olduğunu söylemek için ekonomi tahsil etmeye gerek yok.

Kimileri, İslam denilince bir ütopyadan söz açılıyormuş gibi bir izlenime kapılıyor. Sanki İslam, yaşamamız için indirilmiş bir din değil de, zihinsel bir spekülasyon!

Görmenin düzenini Allah öğretti. Onun öğrettiği yol dışında bir yol denemek boşuna uğraşmaktır. İnsan sahiden görmek istiyorsa, kendisine öğretilen yola teslim olacaktır.

Günümüz Müslümanı her türlü siyasi,fikri kavrama İslam’ın kıstası ile bakmak yerine İslam’a İslam dışı dünya görüşlerinin kıstası ile bakmaya alıştırılmıştır.

Okuyup anlamak, bilmek gerek.
Çünkü insan en çok bilmediğine düşmandır.

Derdi olan insan okur, derdi olmayan da okuyarak dert sahibi olur. Asıl mesele bir derdimizin olmasıdır.

insan, demek, kendi tabiatına çok aykırı gelen şeylere de alışabiliyor, kapalı yerlere alışabilmesi gibi. Ama kapalı yerden kurtulmadıkça kapalı yere alıştığını farkedemiyor.

Ağlamak… yalnız gözyaşı dökebilen insan anlayabilir bazı şeylerin hikmetini.

ir yanlışın herkes tarafından benimsenmiş olması o yanlışı yanlış olmaktan çıkartmaz.

Bence kültürlü insan dünyadaki durumunu anlamasına yarayan bilgiyi ve yolları edinmiş insandır.

savaşarak neyi ortadan kaldırmak istemişlerse, savaştan sonra o gelmişti.

e zaman “Bin yıllık tarihimiz…” diye başlayan bir söz işitsem irkilirim. Çünkü bu sözün altından mücerret bir din gayreti yerine battal bir kavmiyetçiliğin kokusu çıkar. Bu sözün altında, İslâm’ın izzeti için gayrete gelmemiz değil, fakat nefsimizin ve kavmimizin izzet bulması için İslâm’ın istismar edilmesi fikri yatar.

Dünyayı sevmek… Fakat kendi hatırı için değil, onu Yaradanın rızası için sevmek… Sevincin kaynağına gerçekte ne dünyanın hatırı için dünyaya bağlanmakla, ne kahır yüzünden onu terk etmekle ulaşılır. Aslında bir nihilist olarak dünyayı terk etmek kabil de değil. Onu terk edebilmenin de aşkla ilgili bir yanı olmalı.

“Öyleyse sen sensin!”
“Evet, ben benim!” dedi kız.
“Demek ki, sen bensin?”
“Evet, ben senim!” dedi kız.
“Sen osun!”
“Ben oyum!”
“Ben de oyum!”

Bir gelecek var, her şey “gelecek”ini bekliyor.

“…Kötü bir dünyada iyi bir Müslüman olarak kalınabilir mi? Bu soruyu şöyle de sormak mümkündür. İyi bir Müslüman kötü bir dünyanın şartlarını sineye çekerek yaşıyorsa hâlâ iyi bir Müslüman olarak yaşamakta olduğu savunabilir mi?…”

Müslümanların Allah rızasını kazanmak yolunda yaptıkları her iş ibadet hükmündedir. Rızık aramaya çıkmış herhangi bir insanın bu eylemi ile uyuyan âlimin bu hali de ibadet hükmündedir. Başka hiç bir dinde, hiç bir toplum düzeninde ibadetle hayatı, hayatla öte âlemi, masivâ ile maverayı böylesine kaynaşmış, böylesine biri diğeri için varlığı farz kılınmış bir yaklaşım tarzına ulaşılmamıştır.

Çünkü bazı tövbelerin ancak bazı amellerle yapılabileceğini biliyor.

Sırtımızı kapıya döndürerek oturabiliyorsak,dost bir ortam içinde yaşadığımızın bilincinde olmasak bile, en azında düşman bir ortamda yaşamadığımızdan emin olduğumuzu hissediyoruz demektir.

Batı insanı, islamı reddederken bilinçli bir tutum içindedir. Batılılaşmış insanın tutumunda, sadece bir kör inanç halinde belirmektedir.

Bir takım “izm”leri put haline getirdikten sonra, insanları bu put için cinayete itelemek kolaydır..

Kim umutsuz bir beklemeden ibaret sanır bu bir ömrü dolduran protestoyu?Beklemek..evet. Bekliyordu. Kim, kendini sonuçsuz bir beklemeye mahkûm edebilir ömür boyu?

Temelde Müslüman kalmayı arzu etmekle beraber,İslam’ı,İslamdışı görüşlerlerle sıfatlandırarak o görüşlerle meczetmeye çalışanlar da,son yüzyılın İslam alemin de görülmeye başlayan acayiplikleri arasındadır

zaman bazen herşeyi aydınlatma olanağı vermiyordu, aralanan küçük umut kapıları daha ardına değin açılmadan ve hiçbir neden olmadan takır takır kapanıyordu.

Hangi maske hangi yüzü saklıyordu acaba? Ya da hangi yüz hangi maskeyi?

Sözüne sahip çıkan, sözüne sadık kalan bir politikacıyı kolay kolay bulmanız mümkün görünmemektedir..

Öyle bir derdim yok ki, dedi adam, başkalarının inanıp inanmaması değil mühim olan. Biz ne yaptığımızı biliyor muyuz, o.

Müslüman sürçtüğü, tökezlediği yerde, bunun başlıca sebebinin kendi iç oluşumunu tamamlamakta gösterdiği ihmalden kaynaklandığını düşünür.

Sponsor Reklam
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ