Osmanlı Haftası Sözleri
Şuan bulunduğumuz devletin temeli Osmanlı’ya dayanır. Osmanlı İmparatorluğu bir çok düşman ülkeyi yenerek ülkesinin sınırlarını genişletmiş bir imparatorluktur. Gittiği her yere izini kültürel yapısı ve mimarı eserlerini bırakmıştır. Yakmak yıkmak yerine onararak ve hoşgörü tanıyarak halkın gözünde gönül devleti olmuştur. Çünkü hedef politikasında insanları kazanmak yer alır. İnançlarında özgürlük tanımış, ticarete önem verilmiştir. Aynı zamanda mimarı eserler de inşa ederek kültürel bir çok miras bırakmıştır. Önemli bilim adamlarının yetişmesinde ön ayak olmuştur. Edebiyata, sanata ve bilime önem veren bir devlet olmuş ve desteklemiştir. Bu sayede varlığının çok uzun süre devam ettirme şansına sahip olmuştur. İyisi kötüsüyle tarih bizimdir ve sahip çıkmamız gerekir. Padişahların tarihe kazınmış sözlerini paylaşarak bu haftayı yad edelim.
Osmanlı arması tam manasıyla bir sanat şaheseriydi ve üzerinde devleti ayakta tutan maddi ve manevi değerlerin hemen hepsi birer sembol ile gösterilmişti. Üstte güneş adil şuaları, onun içinde padişahın tuğrası ve hilâl, altında hukukun terazisi, askerliğin kılıcı, topu, harbisi, mızrağı; göbekten iki yana doğru istiklâli temsilen bayrak ve sancak, en altta başarının takdiri nişanlar, sanatın takdiri rumî motifler vs…
Baba, eğer padişah siz iseniz geliniz ve ordunun başına geçiniz. Yok, eğer padişah ben isem, size emrediyorum! Gelip ordunun başına geçiniz.
Osmanlı İmparatorluğu’nda Almanya etkisi, 19. yüzyılın son çeyreğini ve 20. yüzyılın ilk yirmi yılını kaplar.
Hak arayan varsa, hakkını verin. Baş kaldıran varsa, başını kesin.
Her birimizin hayatında çeşitli yenilgiler mevcut. Hayat bir imtihan olduğu için elbette bu kaçınılmaz. Lakin bilmemiz gereken şu ki, yenilmek asla kaybetmek değildir!
İmparatorunuza söyleyin, şimdiki Osmanlı padişahı öncekilere benzemez. Bizim gücümüzün ulaştığı yerlere, sizin imparatorunuzun hayalleri bile ulaşamaz.
Kanuni dahil bütün Osmanlı padişahları birinci sınıf mareşaldir.
Ey konstantiniye, ya sen beni alırsın, ya ben seni alırım.
Hasta adamın kendine gelmesi için az bir sürenin kalıp kendini yeniden toparlayıp bütün dünyaya haykırma zamanı geldi galiba… Şimdi korkun osmanlı torunları hiç bir ihaneti affetmez ve ihanetin sonu da bellidir vesselam
Allah, peygamber korkusu bilmez alçaklar! Unutmayın ki, intikam gecikir ama asla yaşlanmaz!
Bu ülkede, Osmanlı’dan başlayarak hiçbir zaman hak, hukuk, özgürlük, eşitlik var olmadı. Hatta hoşgörü bile var olmadı. Düşünen adam, ister yazar olsun, ister bilim adamı, her zaman devletin kuşkuyla izlediği tutsak gibi biriydi.
Devletleri yıkan tüm hatanın altında, nice gururun gafleti yatar.
Biz Avrupalılar iyi eğitimli köpekten haz ederiz, türkler ise iyi yetişmiş kaliteli, eğitimli insandan memnuniyet duyuyorlar
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.
1877 yılı İngiliz başbakanı Asquith : Osmanlı can cekismekte ölünce mezar taşına ne yazılırsa yazılsın ama bir daha dirilmemesi için ne gerekiyorsa yapılsın
Şahım sen herkesi sadık yar sanma.
Sen herkesi dost mu sandın? Belki o, düşman olur.
Sadık ol, belki o alemde komutan olur.
Yar olur, düşman olur, komutan olur, sevgili olur.
Cehaletin bu kadarı kolay değildir,ancak okumakla bu kadar cehalet elde edilir.
Bağdat’ı almaya çalışmak, Bağdat’ın kendinden daha mı güzeldi ne?!
Pir elinden destur alıp Çöllere seccade salım. Hu…diyerek yürüyenler
Tarih değil, hatalar tekerrür ediyor!
Osmanlı orduları bir sefere çıkacağı zaman “Kızılelma’ya,Kızılelma’ya”diye seslenirmiş…Kızılelma yani güneşin battığı yer. Güneşin battığı ufuk.
Savaş yalnız sınırlarda olmaz .Savaş bir milletin topyekün ateşe girmesidir.Eğer bu bütünlük sağlanmamışsa zafer tesadüfi,yenilgi kaderdir.
Osmanlı toplumunda sadaka verecek adam bulunmazdı. İhtiyacı olupta isteyemeyen sadaka taşlarında bulurdu
Bir karış dahi olsa vatan toprağını satmam, zira bu vatan bana değil milletime aittir. Milletim de bu toprakları ancak aldığı fiyata verir. Çünkü bu topraklar kanla alınmıştır, kanla verilir!
Türkiye;Selçuklu’dan,Osmanlı’dan aldığı mirası reddedemez.Tarih buna izin vermiyor.Bu yüzden “Tarih bizi çağırıyor.”Yeniden eski şanlı günlere dönmek için…
Yapmak istediğimi sakalımın bir teli bile bilseydi, sakalımın o telini hemen koparır ve yakardım..
Osmanlı’nın mirasçısı olarak Türkiye Cumhuriyeti,eski Osmanlı sahasında meydana gelen hiçbir olaya arkasını dönemez.Tarih buna izin vermez ve vermiyor da.Hiç beklenmedik bir zamanda Lübnan’da,Filistin’de,Bosna-Hersek’te,Makendonya’da,Kosova’da Türk bayrakları açılıyorsa sizin ilgi alanınıza girmiştir artık.
Cesaret insanı zafere , kararsızlık tehlikeye , korkaklık ise ölüme götürür.
Osmanlı ahalisi deyince,asli unsur Türkler elbette.Bunların yani sıra Araplar,Kürtler,Çerkezler,Boşnaklar,Arnavutlar,Rumlar,Sırplar,Hırvatlar,Bulgarlar,Romenler,Macarlar,Lehler,Gürcüler,Ermeniler bulunuyor.Yani Müslüman ve Hristiyan ahaliden müteşekkil.Yahudileri de unutmamak lazım.
Bu dünya iki padişaha yetecek kadar büyük değildir.
1881’de Selanik’te dünyaya gelen Makedonyalı çocuğun, kısa hayatında bir büyük askeri deha, emperyalist dünyaya meydan okuyan milliyetçi bir lider, altı yüz yıllık bir saltanatı tarihe gömen bir ihtilalci ve yeni bir devletin kurucusu olacağını o zaman kimse kestiremezdi.
Dünya devleti ebedi değildir.Fani cihanda hiç kimse de ölümsüz değildir.İnsanların dünyada nefesleri sayılıdır ve ölümsüzlük kapısı kapalıdır.
“Ey Osman sen bizim kelamımıza hürmet gösterdiğin için biz de senin evladına, eşyanı ve tebaını aziz ve mükerrem eyledik.“
Beni evhamlı sanıyorlardı HAYIR! Ben sadece gafil değildim, o kadar.Kırk yıl şu devletlerin birbirine düşmesini bekledim. Onlar birbirlerine düştü, şimdi ben tahtta değilim.
Allah onları, Süleyman peygamberden sonra hiç kimseye nasip olmayan bir hükümdarlıkla şereflendirmiştir
Düşmanın kurtuluş reçetesi öldürmek içindir. Esaretin bir çeşidi de borçlandırmadır.
Belki bu devleti kuranlar yeryüzünün en haşmetli ve en büyük hükümdarlarıdır. Onlar, kudretli saltanata,en geniş memlekete sahiptirler
Millet birbirini kırıp geçireceğine bırakın beni öldürsün.İcabı halinde donanmayı kaybetmemek için canımı vermeye hazırım.
Justinyanus’un Got süvarileri sayesinde binlerce kişinin kanıyla yıkanan meydan,Bizans’ta “Hipodrom”, Osmanlı döneminde “At Meydanı”, ve günümüzde “Sultanahmet Meydanı”olarak bilinmektedir.
Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen, cevizin hepsini kabuk zanneder.
Yağmur çiselemeye başladı.. Fakat yüreğine yağmurların en güzeli yağıyordu. Çünkü yağmurun en güzeli yüreğe yağandı.
Yenileceğinden korkan, daima yenilir.
Gerek Selçuk, gerek Osmanlı Devleti, çağına göre ileri bir toplum düzenine dayanmaktaydı. O tarihlerde biz Batı’ya değil, Batı bize el açmaktaydı. Fransa Kralı François I, OsmanlıDevleti’nden 2 milyon düka altın borç ile cephane, at ve savaş gemisi istemekteydi. Akdeniz Adaları ve İtalya, açlıktan ölmemek için Türk buğdayına muhtaçtı. Kraliçe Elizabeth, Türklerin yün boyama tekniğini çalmak ve İngiltere’ye Türk işçileri kaçırmak amacıyla İstanbul’a ajanlar gönderiyordu. Fransız yazar Braudel’e inanmak gerekirse, Kral Henry VIII, Kanuni Sultan Süleyman zamanında, Türk Hukuk Sistemi’ni incelemek üzere İstanbul’a heyet yolluyordu.
Kılıcımız parladıkça düşmanın gözü ondan ayrılıp bizi göremez. Ama Allah esirgesin, bir gün paslanır da yaltırıklanmazsa düşman bizi görmek değil, bir de tepeden bakar.
Unutma ki her sevda tahammül ister. Tahammül muvaffakiyetin diğer adıdır.
Ayrılıktan sızlanmanın vaktinde acılı bülbülüz, ateş kesilir saba yeli gül bahçemizden geçse.
Tarih bir anlamda milletlerin kutsal kitabidir
Ceddimiz, devletimizin kurucusu Osman Gazi Hazretlerinden, büyük dedemiz Kanuni Sultan Süleyman’a kadar bütün padişahlar askerin önünde sefere çıkmışlardır. Dedemiz Sultan İkinci Selim’le (II. Selim) cennetmekan pederimiz Sultan Murad (III. Murat) bu usulü bozdular. Biz dahi, başlangıçta seferi paşalarımıza ısmarlamakla hataya düştük. Asker evlatlarımız bizi başlarında görmek isterler. Kararımız odur ki yakında sefere çıkacağız. Hazırlıklar tamamlansın. Küffara haddini bildirmeye gitmek gerekir.
Beşerin merhametten yoksun nazariyeleri değil midir insanı böyle mazlum kılan.
Bana ağırlık ve hazine lazım değil. Yerinde kuru ekmek yerim. Vücudumu din uğruna esirgemem. Her ne denli zahmet arzulanırsa, sabr-ü tahammül eylerim. Halka hizmet tamama ermeyince seferden dönmem. Elbette kendim giderim!
Üsküdar Amerikan kız koleji mezunu Halide Edip ve Amerikan Colombia Üniversitesi mezunu Ahmet Emin (yalman ) girişimleriyle Refik Halid (Karay),Celal Nuri (ileri),Necmettin (Sadak),Yunus Nadi (Abalioglu) gibi osmanlı münevverleri 4/Ocak/1919 da “Wilson Prensipleri cemiyetini” kurdular ..
Bak Paşa, sana devlet işlerini doğrulukla yapasın, harbe gidesin, dedim. Gitmedin. Hizmetinde bulunan çalışkan kulları yakasından tutup zorla dışarı atmak cesaretini gösterdin. Ağalara araba gönderdin, yeniçeriler ayaklandı dedin. Ben de zorba aradım. Meğer zorbaların başı senmişsin!
“Öyle ya, diyordum, Osmanlılık; seferleri artık sona ermiş bir çürük tekne olabilir. Fakat biz sadece Osmanlı değiliz ki? Biz Osmanlı olmadan önce Türktük. Bugün de Türküz. Kaybolmakta olan sadece Osmanlı vatanıdır. Hâlbuki Türk’ün vatanı işte dünyayı kaplıyor. Çünkü, Türk’ün yaşadığı her yer, hangi bayrak altında olursa olsun Türk’ün vatanıdır. Bu vatanın sınırları Tuna’dan, Meriç’ten, Altaylara, Çin seddine, hattâ Sarı denize kadar uzanıyor. Arap çöllerinden ve Himalayalardan Kuzey buz denizine kadar uzanıyor. Buralar kimin elinde olursa olsun Türk’ün vatanıdır.”
Oğul! Cennet mekan babam Osman Gazi Han bir avuç toprağı beylik yaptı. Biz Allah’ın izniyle beyliği sultanlığa çevirdik. Sen daha da büyüğünü yapacaksın! Osmanlı’ya iki kıta üzerine hükmetmek yetmez. Zira İ’la-yı kelimetullah (Allahü tealanın ismi şerifini yüceltmek, İslamiyet’i yaymak) azmi iki kıtaya sığmayacak yüce bir azimdir.
“Bu milletin tarihi Osman Gazi’nin çadır kurduğu Söğüt, yahut Domaniç yaylasından başlamıyordu. Milletin ilk varlığı da üç yüz çadır halkından ibaret değildi. Bu milletin vatanı, Osmanlı devletinin sınırladığı yerlerden bile büyüktü. Onun vatanı Türk milletinin yaşadığı her yerdi. Hangi taht ve hangi bayrak altında olursa olsun bu vatanın bir de adı vardı: TURAN!”
Facialara kalkan olamadım ise de; siper sâika (paratoner) vazifesi gördüm… Bütün musibetleri üzerime çektim. Kendimi feda ederek vatanı kurtarmaya çalıştım. Dinine, devletine, vatanıma ve milletine hıyanet edenlerin aziz Allah’ın kahreden kudretli gücüne hedef olması için yakarıyorum..Her tarafı istilâ eden inkılâb ve ihtiras içinde karşı koyma yahut başeğme imkânını bulamadım. Kamuoyuna sükûn ve durumda açıklık belirinceye kadar İstanbul’dan geçici olarak ayrılmaya karar verdim..Vekili olduğum şanı yüce peygamberin yaptığını yaptım, hicret ettim..Elbet birgün hak kuvvete üstün gelecek ve necîb milletimiz hakikatleri öğrenecektir..Biz her şey olabiliriz. Cahil, tecrübesiz, hatalı bir siyasete kapılmış olabilir ve zararlar da verebiliriz ama Osmanoğlu olarak nasıl vatan haini olabiliriz?
“Hattâ dilimizin adı bile Türkçe değil, Osmanlıcaydı. Tarihimizin de Osmanlı tarihi olduğu gibi. Reddedilen, inkâr edilen Türk adına kimsenin sahip çıkmaması için her tedbir alınmıştı.”