Oğuz Atay Sözleri
Meşhur tutunamayanlar romanın yazıcısı Oğuz Atay. Dergi Soyut’ta öykü ve yazıları yayımlanmıştır. Beyninde çıkan bir tümör sonucu hayatı değişmiş tedavi olmasına rağmen sağlına kavuşamamıştır. İlk romanı olan “Tutunamayanlar” ironi içeren bir üslup barındırır. Burjuva dünyasından delicesine nefret eden bir gencin hayata bakış açısını ve sonunda aldığı kararla kitap sonlanır. Aynı zamanda edebiyat alanında da değerli bir yer edinen romanın kıymeti ise maalesef çok sonra anlaşılır. Oğuz Atay yazıları yalnızlık ve sitem barındırır. Oğuz Atay kitapları içinde zaten bu durum geçerlidir. Mutlu hikayeler yoktur onun eserlerinde. Oğuz Atay sözlerini incelediğiniz de içinizi felç edecek acı bir sorgu ile karşılaşırsınız. Bu yüzden onun sözleri kırgınlıkları yayılmış ve bir çok insanın duygusunu ifade de tercüman olmuştur. Oğuz Atay şiirleri de bu durumdan nasibini almıştır. Topluma uzak olan bir adamın içinde yaşadığı sorunlar ve sıkıntılar göze çok rahat çarpmaktadır. Aşağıda bulunan Oğuz Atay resimli yazılar ve Oğuz Atay Facebook Kapak Fotoğrafları gibi seçenekleri inceleyerek paylaşabilirsiniz. Kim bilir belkide sizin kalbiniz de bir delik açacak kadar dokunur kalbinize. Bu güzel sözleri kendinizi ifade etmek için yakın çevrenizle ya da kırıldığınızı belli etmek istediğiniz insanlarla paylaşabilir aynı zamanda bize de destek sağlayabilirsiniz. İç acıtan sözler köşemizde bugün yer alan Oğuz Atay kısa sözleri ile sizi baş başa bırakalım o halde. Keyifli okumalar ve paylaşımlar diliyorum.
Onunla ne zaman lades oynasak hep o kazandı. Kalbimdeyken nasıl aklımda derdim.
Zaten senin ‘hiçin’ fesat…
”Kimseye göstermem üzüntümü. Gündüz gülerim, geceleri yalnız ağlarım.”
İnsanları genel anlamda seviyorum ama kimseye tahammülüm yok.
Sıradan bir olayın kahramanları olmamızı istemiyorum.
Kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiçbir sorunu çözemez.
Son bir şans daha verme, sevgine layık olmayana. Merak etme, aşk yürek işidir ve yüreği olmayanın kalbi kırılmaz nasılsa.
Hayatımın başı ve sonu belliydi; hiç olmazsa ortasını kaçırmamalıydım.
Ne zaman hayata tutunmaya çalışsak, hep mahrem yerleri geldi elimize.
Beni anlamıyorlardı zararı yok.
Zaten beni daha kimler anlamadı..
Hayat nerede bitiyor, ölüm nerede başlıyor ?
Yemek koyulurken, “bu kadar yeter” dedikten sonra mutlaka bir kaşık daha yemek koyan kişiye “anne” denir. Ve o her şeye değerdir.
Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler; ağzına dolar insanın. Sussan acıtır, konuşsan kanatır.
Zaman her şeyin ilacıysa, fazlası intihara girmez mi?
Fotoğraf çekilerken, nedense kendimizi gülümsemek zorunda hissediyoruz. Yani aslında ona bile mutluluk oyunu oynuyoruz.
Felsefe kitapları okumayı denedi. Bir süre sonra, iki kere ikinin dört olduğundan kuşkulanmaya başladığı için bıraktı.
Bütün dünya çıldırmış ve onları yazmak üzere ben gönderilmişim.
Hayatta silgim hep kalemimden önce bitti. Çünkü kendi doğrularımı yazacağım yere, tuttum başkalarının yanlışlarını sildim.
En tehlikeli kelime ama’dır. Önceden söylenen her söylemi veya kelimeyi öldürür! Mesela, seni seviyorum ama gibi
Kimseye göstermem üzüntümü. Gündüz gülerim, geceleri yalnız ağlarım.
Ve yalnızlık kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde, kelimeler yalnızlığı anlattı ve yalnızlığın içinde eriyip kayboldu.. yalnız kelimeler dindirdi acıyı ve kelimeler insanın aklına geldikçe yalnızlık büyüdü, dayanılmaz oldu.
Ben iç dünyama dönüyorum. Orada hayal kırıklığına yer yok.
Oyunlarla geçirilecek vakti yok insanların.
Nedensiz ve sebepsiz sevdim seni, belki de bir nedeni olsa, aşk olmazdı bunun ismi.
Yalnızlığına iyi bak, sahip çık. Kaç kişinin emeği var onda kim bilir?
Elimde değil Olric! Ne efendimiz. Elleri Olric elleri.
Ne çok şey biliyor bu insanlar Olric ? Herkes işine geleni biliyor efendimiz…
Kitapçıların ve çiçekçilerin bazı özellikleri olmalıdır Olric. Gelişigüzel insanlar bu mesleklerin içine girmemeli. Kitaplar ve çiçekler özel itina isteyen varlıklardır. Ne yazık, bu meslekler de artık olur olmaz kimselerin elinde, sattıklarıyla ilgileri olmayan kişilerin. Durmadan kitaplara ve çiçeklere eziyet ederler, onlara nasıl davranılacağını bilmezler. Bana kalırsa, bir “kitapları koruma derneği” kurmalı ve kitaplara kötü muamele edilmesini önlemeli..
Kağnı gıcırtısı: Milli roman.
Yalnızlığına iyi bak, sahip çık, kaç kişinin emeği var onda kim bilir?
Hep geçer diyorlar ya Olric. Sence geçer mi? Geçer elbet efendim; bazısı teğet geçer, bazısı deler geçer, bazısı deşer geçer, bazısı parçalar geçer. Ama mutlaka geçer.
Beklenen hep geç geliyor; geldiği zaman da insan başka yerlerde oluyor.
Yağmur yağıyor Olric, ıslanıyor etraf ağlasak kimse anlamaz değil mi ? Anlamaz efendimiz. Anlasa ne olur ? Utanırız efendim..! Sevmeyi göze alan utanırmıymış Olric
Şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş olmayı isterdim” dedi: Gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek: “Seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda…”
Yalnız şunu iyi biliniz ki kahramanlar oyunlarını ve kaderlerini yalnız yaşarlar.
Şu anda sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş olmayı isterdim, gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek: seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda.
Hayatımın başı ve sonu belliydi; hiç olmazsa ortasını kaçırmamalıydım.
Yalnızlığı çok seversek, bir gün o da çekip gider mi?
Tabiat, sırlarını bakmasını bilene açıklarmış.
İlk yalanı söyledikten sonra bir daha konuşmamalı insan.
Ne-var-ne-yok-iyilik-sağlık oynuyorum her gün.
İyi şeyler birdenbire olur; bu kadar bekletmez insanı. Sürüncemede kalan heyecanlardan ancak kötü şeyler çıkar. Ya da hiçbir şey çıkmaz.
Çok yükseğe çıkamam; bende yükseklik korkusu var. Kimseyi yarı yolda bırakamam; bende ‘alçaklık’ korkusu var.
Ben ölmek istemiyorum. Yaşamak ve herkesin burnundan getirmek istiyorum.
Son bir şans daha verme, sevgine ayık olmayana. Merak etme, aşk yürek işidir ve yüreği olmayanın kalbi kırılmaz nasılsa.
Kimse aydınlıkta konuşmaya cesaret edemiyor.
Kendimi rezil mi ettim en insafsız insanlar?
Fakat gerçeğin yanında benim ne önemim var?
Fotoğraf çekilirken, nedense kendimizi gülümsemek zorunda hissediyoruz. Yani aslında ona bile mutluluk oyunu oynuyoruz.
Ne zaman hayata tutunmaya çalışsak, hep mahrem yerleri geldi elimize.
İçimden şehirler geçiyor, sen her durakta duruyor, inmiyorsun.
Bize öğretilen her söze inandık. Yasaktır dendi kandık. Hep girilmez levhalarına aldandık. Bu tutulan yol yanlıştır bize.
Ben yalnız kalmalıyım.Başka çarem yok
Gerçek içimi yakıyor Saffet!
Bazen ne yaparsan yap yaranamıyorsun. Ve yaranamadıkça yaralanıyorsun.
Artık gelecek planlarımı hayattan gizli yapıyorum. Sanki hayat, işini gücünü bırakıp planlarımı bozmak için her şeyi yapıyor.
Ne zoruma gidiyor biliyor musun Olric? O’na yazdıklarımı o’ndan başka herkes okuyor.
Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım; mürekkeple yazılmışlar oysa. Ben kurşun kalem silgisiydim, azaldığımla kaldım
Ben orta çağda yaşamalıydım. Sabahları, Montaigne gibi oda orkestrasıyla uyandırılmalıydım…
Hayat gözyaşına bakmıyor. Oysa insanların merhametine muhtacım ben.
Kendi sorunlarını çözemeyen bir kişinin, kusurlarının acısını başkalarına çektirmeye hakkı yoktur…
İyi geçinmek iki kişinin kusursuz olmasıyla değil, birbirlerinin kusurlarını hoş görmesiyle olur…
Koca bir ömrü harcamak dedikleri gerçeğin altını seninle çizdim ben.
Şimdi al yalnızlığımı ört üzerine Olric… Belki o vakit bırakıp her şeyi… gelirim bir yerlerden başlamak için yeniden
Yalnızlığı yaşayan insanların, kendi içlerinde başlayıp biten eğlenceleri vardır.
Romantikler ölmez.
Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler; ağzına dolar insanın. Sussan acıtır, konuşsan kanatır.
Beni anlamalısın çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum.
Kimsenin yaşantısını beğenmedim. Kendime uygun bir yaşantı da bulamadım.
Sırf onun eseri diye… Öyleyse, ben de hayatımın sonuna kadar aynı yerde kımıldamadan oturacağım. Herkes istediği kadar koşsun. Beni anlayacak insan, oturduğum yerde de beni bulur…
Fakat, Allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. Bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. Fakat benim de sevmeğe hakkım yok mu albayım? Yok. Peki albayım. Ben de susarım o zaman. Gecekondumda oturur, anlaşılmayı beklerim. Fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar? Sorarım size: Nasıl? Kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? Ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan; bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. Küçük oyunlar istemiyorum albayım.
İnsan neler görüyor yaşadıkça.
Yalnızlığı çok seversek, bir gün o da çekip gider mi?
İçimden şehirler geçiyor, sen her durakta duruyor, inmiyorsun.
Yalnızlığına iyi bak, sahip çık. Kaç kişinin emeği var onda kim bilir?
Şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için on bin kitap okumuş olmayı isterdim dedi. Gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek: seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda.
Artık yaşamak istemiyorum Olric. Onların istediği gibi yaşamak istemiyorum..
Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım. Bana acımayın. Ben kötüyüm; sizlere karşı kötü duygular besledim içimden. Beceriksizliğimden uygulayamadım kötü düşüncelerimi. Sizleri kıskandım, küçük gördüm, bayağı buldum: bana yapılmasını istemediğim kötülükleri sizlere yapmak istedim.
Beni anlamalısın Çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, Yaşarken anlaşılmaya mecburum.
Ne ölmek nefessiz kalmaktır; ne de yaşamak nefes almaktır. Yaşamak; sevilmeyi hak eden birine yaşamını harcamaktır.
Onunla ne zaman lades oynasak hep o kazandı. Kalbimdeyken nasıl aklımda derdim.
Beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma, boş yere mağaramdan çıkarma beni. Alışkanlıklarımı, özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna
Benden kurtulamazsın,
ben senin vicdan azabınım
İnsan hayatında bir kişiye olsun yalan söylememeli, değil mi efendim?
Sürekli başkalarının kötülüğünden söz ederek kendini iyi kılamazsın.
İki kadına adamak istiyorum hayatımı. Biri “erkeğim” desin bana, diğeri sadece baba.
Ne zaman hayata tutunmaya çalışsak, hep mahrem yerleri geldi elimize.
İnsan seviyorsa kaybetmekten korkar. Kıskançlık da bir kaybetme korkusudur. Kıskanmıyorsa eğer; yeterince sevmiyordur.
Gülümseyeceksin, bekleyeceksin.. ve hiçbir zaman ümide kapılmayacaksın.
Çek çıkar düştüğüm kuyudan,
Ki biliyorsun, ben var halimle yok olma çabasındayım.
Nefes aldığın her anı, hayata döndürememenin telaşındayım.
Yazıyorum Olric.
Okuya okuya bul beni.
Ne imla,
Ne satır arası,
Ne paragraf,
Boşluk yok Olric.
Dopdoluyum…
Buralarda kalakaldım Olric…
Bir o kadar durgun…
Öyle bir şey işte…
Görüyorum ki,
Benimle birlikte hiçbir şey kalakalmıyor…
Provası yok hayatın. Ne yeniden yaşamak mümkün, nede yaşadıklarını silebilmek. Önemli olan, ilk defa değil, son defa sevebilmek.
Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım; mürekkeple yazılmışlar oysa. Ben kurşun kalem silgisiydim, azaldığımla kaldım.
Siz bilmezsiniz albayım, insanlık tek başına kollarımda can verdi. Yanında kimseler yoktu.
En tehlikeli kelime nedir Olric ? -Ama’dır efendim bana göre… -Neden Olric ? -Önceden söylenen her söylemi veya kelimeyi öldürür! Mesela, Seni seviyorum ama… gibi.
Herkes tarih okuyor albayım; bugüne değer veren kalmadı.
Çok şey vardı anlatılacak.
O yüzden sustum.
Birini söylesem diğeri yarım kalacaktı.
Sen duydun mu sustuklarımı?
Sevelim mi olric? – Sevmek nedir efendimiz? – Sevmek vazgeçmektir olric. – Vazgeçtiyseniz sevelim efendimiz.
Hayatta silgim hep kalemimden önce bitti. Çünkü kendi doğrularımı yazacağım yere, tuttum başkalarının yanlışlarını sildim.
Nedensiz ve sebepsiz sevdim seni. Çünkü bir sebebi olsa, aşk olmazdı bunun ismi.
Keşke nedir Olric? Hatalarımız efendimiz. Çok mu hata yaptık? Keşke diyecek kadar efendimiz.
Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim açıyor.
Ben senin tabirinle gevşeklikten yanayım
İyi geçinmek iki kişinin kusursuz olmasıyla değil, birbirlerinin kusurlarını hoş görmesiyle olur.
Hayır, dostum ben en acıklı anlarımda bile güldürücü sözler bulan bir insanım, kendime acımam bundandır.
Söyle evladım’ diye teselli ederdi annem beni. Söyle de içine hicran olmasın. Hicran oldu anne.
Zaman her şeyin ilacıysa, fazlası intihara girmez mi
Sürekli başkalarının kötülüğünden söz ederek kendini iyi kılamazsın.
Ne kadar süslenseler de bir yerden sırıtıyor zavallılıkları.
En kötüsü, hayır demeyi öğrenemedim. Yemeğe kal, dediler: kaldım. Oysa, kalınmaz. Onlar biraz ısrar ederler; sen biraz nazlanırsın. Sonunda kalkıp gidilir. Her söylenileni ciddiye almak yok mu, şu sözünün eri olmak yok mu; bitirdi, yıktı beni.”
Sabit bir gülümseme rüzgarı bütün yüzlerde esiyordu.
Şimdi yanımda olsaydı böyle üşümezdim albayım…
Yaşantılarını savunamayacak kadar güçsüz hissediyordu kendini.
Kendimle konuşurken bile onun hoşuna gitmeye çalışıyordum.
Yaşantısının kısır çemberini yırtmalıydı.
Beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum.
Günler bu olaylara üzülmekle ya da aldırmamakla geçiyordu.
Cennet, insanların birbirlerini dinlemeleri demektir, birbirlerine aldırmaları, birbirlerinin farkında olmaları demektir.
Demek bütün bu üzüntüleri yaşamaya ihtiyacım varmış.
Beklenen geç geliyor, geldiği sırada insan başka yerlerde oluyor.
Kolayca içini döken bunca insan varken doğrusu kimsenin zorla onların ağzından laf almağa niyeti yoktu. Ne sanıyorlardı kendilerini?
Bu kalbin, birini sevmeye ihtiyacı vardı. Ve sen bunu anlamadın. Ve bana eziyet ettin. Ve eziyet ettiğini bilmedin. Gözyaşımı silmedin.
Böyle şeylere aldırmıyorlardı; zaten, aldıracak çok az şey kalmıştı.
Ölmek nedir? Yaşayabileceğini hayal ettiğin şeylerin bitmesidir ya da insanın öyle sanmasıdır.”
Neler söyleyeceklerini duyar gibi oluyorum; duymak istemiyorum.
Ben, seni görür görmez anlamıştım: bütün kaygısız görünüşünün altında, duygulu, içine kapanık bir insan olduğunu. Bunu beğendim işte.
O köşede ne kadar kaldığımı hatırlamıyorum. Uyuyup uyumadığımı da bilmiyorum. Uyku ile uyanıklık arasındaki fark azalmıştı herhalde. Düşündüğümü hatırlıyorum.
Kitaplar yüzünden çok acı çekiyorum Esat abi.
Sanki hepsi benim için yazılmış.
Üstün insana alışık olmadığımız için Mustafa gibi insanların gerçek üstünlüklerini de belki efsane sanıyoruz çoğu zaman. Hep verilenle yetindiğimiz için bunun ötesini merak eden kafaların varlığına alışmakta güçlük çekiyoruz. Belki onu efsaneleştirerek bir bakıma kurtulmak istiyoruz böyle değişik insanlardan.
(…)
Öyle ya, onu gözümüzde çok büyütmezsek, sonra onun gibi bütün gücümüzle kendimizi ve dünyayı değiştirmeye çalışmak zorunda kalırız.
Oku Albayım oku. Bizde, herkese yetecek kadar utanç var…
Kendime yeni bir önsöz yazmak istiyorum. Yeni bir dil yaratmak istiyorum. Beni kendime anlatacak bir dil. Çok denediler, efendimiz. Allah’tan, ne denediklerini bilmiyorum, Olric. Hiçbir geleneğin mirasçısı değilim. Olmaz, diyorlar. İsyan ediyorum. Az gelişmiş bir ülkenin fakir bir kültür mirası olurmuş. Bu mirası reddediyorum Olric. Ben Karagöz filan değilim. Herkes birikmiş bizi seyrediyor. Dağılın! Kukla oynatmıyoruz burada. Acı çekiyoruz. Kapı kapı dolaşıp dileniyoruz. Son kapıya geldik. İnsaf sahiplerine sesleniyoruz. Ey insaf sahipleri! Ben ve Olric sizleri sarsmaya geldik.
Bütün babalar, oğullarına: “Oku da adam ol” diyorlar. Gene de kimse okumuyor. Biz adam olmayız Olric.
Bilge,seni anlıyorum Hikmet,diyebilirdi. Hikmet,seni seviyorum Bilge, diyebilseydi.
Korkuyoruz. Düşünmekten sevmekten korkuyoruz. İnsan olmaktan korkuyoruz.
İnsan bunları neden görür? Daha doğrusu bunlara neden takılır kalır aklı? Basit: demek yürümeyen bir şeyler var. Evet, ama yürümeyen şey nerede? Eşyada mı? Yoksa… Turgut henüz düşünemiyordu; yalnız bir huzursuzluk, huzursuzluk bile değil, insanı bazı şeyleri yapmaya ve bazılarını yapmamaya, farkettirmeden iten ve davranışlarından, eski alışkanlıklarına yabancı gelen küçük değişiklikler. Eve dönerken acele etmek için bir ihtiyaç duymuyordu içinde, örnek olarak. Bu ihtiyaç eksikliğini de düşünmüyordu aslında; sadece, eve dönerken acele etmiyordu. Bazı eski alışkanlıkları, unuttuğu hareketler, yokluyordu onu. Kitapçı vitrinlerinin önünde biraz fazla kalıyordu, duraklara en kısa yoldan çıkmıyordu; duraktaki insanlardan daha hesaplı davranıp dolmuşa önce o binmiyordu – bu beceriklilik, kendisini üstün saymasından oldukça önemli bir noktaydı oysa. Hafızasında da bazı boşluklar oluyordu: kendini birdenbire, elinde anahtarla kapının önünde buluyordu.
Bu dünyada ne zaman bir umut ışığı bulsanız onu söndürmek isteyen birileri olur.
Demek ki yolda durmak mümkün olmuyordu;böyle bir hürriyet yoktu.Sadece sürüklenme,kalabalığın arasına kapılma hürriyeti vardı.