Nilgün Marmara Sözleri

Nilgün Marmara Sözleri

“Yoluma Kuş Koysunlar” şiirinin mimarı olan nadide hanım şairimizdir. Hayata bakış açısı ve olumsuz tutumu ile “hayatın neresinden dönülse kardır” diyerek 29 yaşına geldiğinde intihar etmiş ve hayata veda etmiştir. Araştırdığı bir kadının hayatından etkilenerek  “Sylvia Plath” onun durumundan etkilenerek onunla aynı yolu seçmiş ve evinin balkonundan atlayarak hayatı terk etmiştir. Nilgün Marmara Şiirleri hayata bakış etkisi ile farklı bir duruma bürünmüştür. Bireysel yalnızlık ve hayat bakış açısı ile Nilgün Marmara sözleri karamsarlık ve yalnızlıkla örülmüştür. Nilgün Marmara Kitapları da aynı şekilde onun karamsar bakış açısından kurtulamamış ve tüm hayatına dağılan kırgınlık yazılarını da etkilemiştir. Nilgün Marmara Yazıları ile hayatınızın bakış açısı değişebilir ve birinin hayatın kıskacında nasıl kaldığını görebilirsiniz. Nilgün Marmara resimli sözler ve Nilgün Marmara facebook kapak fotoğraflarını sitemizde yer alan galeri bölümünden inceleyerek sosyal medya hesaplarınızda paylaşabilirsiniz.

niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına?
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına?
niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?
“öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna” bir çocuk demiş.

Başkaldırmış düşünce bedenin aşık olurluğundan başka ne?

REKLAM ALANI

” Ve yabancıların en yakınıydın sen… ”

Dişlerinin arasından aşk tıslıyordu!

Ben hakimim masum bey.

Her insan bir odalık ve bir, yalnızca bir aynalıktır. Ancak bu odanın ve aynanın dehlizlerini bilmek önemli.

Ve gece,
uygun değildi beklemeye.
yine de bekledim

Çerçeveleri yalnızlıklarımızdan oluşan kapıları acılardan örülmüş, toz, taş, geçmiş ve şimdiyi saklayan güzellik!

Hayat, hep yüzünle seviştik, tersinin hatırı kaldı.

Eli uysal
—Tutuluyor—
bir çocuk.
İmgesi yok gizli camda
—aranınca—

Çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi. Yiten bu işte!

Hayvan deniz soluk alıyor
bir insan sanki,
—veriyor—
Soluk tenine çocuğun
acı mavisini

Çölde
Bir yaratık gördüm, çıplak, vahşi.
Çömelmiş oturuyor
Yüreğini ellerinde tutuyor
Yiyordu.
Dedim ki: “Tadı güzel mi dostum?”
“Acı, acı,” diye karşılık verdi;
“Ama seviyorum
Çünkü acı
Ve benim kalbim.”

Kanı ürkek çocuk,
bir çift papuç bırakıyor,
Tek bir ölüm için.

Sen günün ilk saatlerinin kırılganlığında,
şen bir yüzle doğmuştun,biliyorum.

Nasıl da biçilmiş kaftan ölüm
bu solgun yürek için.

Tutuyorum sevi çanını ellerimde,
Vurgusu ben’e dönük, yankısı çocukluğa.
Kendi ışıltısı deviniyor kendinde

Şiir, dairesel bir labirentte yeşil merkezden dağılan ana yolları kesen kısa keçi yolları açmaktır; üzerinden kurtlar da aşırır, tilkiler de… Sıçrama, uzun yolları kesmek amacı, çembere ulaşma duygusu ve “hasta olmayan hayvana” duyulan özlemle gerçekleştirilir.

“Sen ne getirdin bana çocukluğundan?”

Bombalandıktan sonra, heba kuşlarının bir bölüğü akıl ve beden yaralarını resmettirip, satamadılar.

Ve şimdi yollarında yaşamın
çığlık tünelleri kazmak
ve susmak’ı
yazmak
kalmıştır
işaretleyenlere

Her zamanın bombacısını bulduklarında açılacak vücut ve akılları katil bir öpüşle.

Geri dönmüyor yapraklar yerine, kapanmıyor yaralar, açık her şey bu üzüntü bedeninde, yeniden varolduğunu mu sanmalıyız yaprakların?

Gerçekliğin benim düşlerimden bir ayrımı yok

Yolsuz bir kenara vurur saat
Çevriliriz çevirirken hayatımızı.

Varolmaktan alıkonmamak
gamlı/gamsız
içe açılan gözler
ve yabancılar da…

erken vazgeçişlerim vardı benim
seninse
erken tükenişlerin

Öykü anlatmak derin ve alışılmışın dışında bir din duygusuyla gerçekleştirilebilir.

Hep böyle mi bu? Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşiyorum.

Sonsuz bir mevsimdi.

Biz rengin değil,
ara rengin peşindeyiz.

Zaman yerin uç ışığında beliriyordu gümüş rengi ve kaygan bir im olarak. Çarpık ve bildik güzler geçmişti, ay mezarlığının duvarları yapılıyordu.

Ey, yüzleri bir babakuş gölgesine çakılmış olanlar,
Üzgün adım, ileri marş!

Gizi kazınmış bir aynada
yüzyüze geldiler.

Bu an; bu baskıcı bu tiksinç bu anlamsız
bu hoşgörülü bu eşsiz bu gülyüzlü
zaman parçası
Karanlık bir kutu belleğimde
(yaşamamışlığımdan)

bir şeyden kaçıyorum, bir şeyden..
kendimi bulamıyorum!
dönüp gelip kendime yerleşemiyorum.
kendime bir yer edinemiyorum, kendime bir yer..
kafatasımın içini, bir küçük huzur adına aynalarla kaplattım,
ölü ben’im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden!
paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben,
oyuncağı panik olan sayın yanlızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.

Şimdi gözyaşı ve endişe küplerini gizliyor aşk, kanadında.

Yüzü olmayan bir palyaço, elleriyle olmayan yüzünü örtüyor ve ağlıyor. İçerden ağlıyor ve ölüyor. Zaman yüzünü eskitemez çünkü yüzü yok!

Sevinç?
Geniş yeryüzünün bir köşesinde
Işık?
Açılırsa zincirden dökülende

Kafka, insan vücudundaki karanlığı görmüştü yalnızca, ışığı, aydınlığı gözden kaçırmıştı.

Unutuş bir kaynak olmalı,
Yeni’yi her an’a yaymak için.
Ben sana olmalıyım,
Bana sen bir kaynak .

Dilsiz şarkıcıları düşünüyorum da öylesine kendilerini kendi yağlarında kavuran varlıklar! Bıçaksız bıçakları, çölsüz çölleri, kumsuz kumluları… Çocukluğun ilk hecesi: Acı, sonraki çift hece: Doyum.

Kentlerin havaalanlarından çok düşalanlarına gereksinimi var. Yeni düşalanları yapılmalı, olanlar restore edilmeli ya da tümden yokedilmeli.

Oğuz Atay, bir iç burukluğu bırakıyor.

“Yalnız iki tür insan iyidir; Gömülmüşlerle doğmamışlar.”

Dilleri var elbet, dilimize benzemez.

Ne zamandır ertelediğim her acı,
Çıt çıkarıyor artık, başlıyor yeni bir ezgi,
-bu şiir –
Sendelerken yaşamım ve bilinmez yönlerim,
Dost kalmak zorunda bana ve
sizlere!

Sonra, sözcüklerin kumda bıraktığı izlerin içine yerleştim.

Çünkü saldırgan olandan kopmuştur o,
uykusunu bölen derin arzudan.
Büyüsünü bir içtenlikten alırsa
Kendi saf şiddetini yaşar artık,
-bu şiir –
Kuramadığım güzelliklerin sessiz görünümü,
ulaşılmayanın boyun eğen yansısı,
Sevda ile seslenir sizlere!

Kanımın mezarlarını her an yeniden kazan
sonsuz kokulara dayanabilir miyim?

Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum,
kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer..
Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına
aynalarla kaplattım,
ölü ben’im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden!
Paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben.
Oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.
Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına
niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?
“Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna” bir çocuk demiş..

Ak çizgili bir çocuk tulumudur
gök kimi sabah.
Bu bir bakıma,
suskun çığlıkları
gelecek yazısına gönderendir, bilirim.
Çoğul güneşin çeperi,
hüzün, çoşku ve hüner yansılayandır.
Doruk kuleli bölgelerde,
başka tırmanmalar beklemeden,
beynini taşıyamaza yaklaşarak,
veri izleyendir. Dingin
bir bakıma.
Sesi durduran sözü uzatan
her vücudu içkin maviliğe katandır.
Güvenli; yakın yanıtından,
yumuşak ölümü çağrılatandır,
bir bakıma.

Üşümüşüm…
Bu yaklaşan kışla değil,
Deniz ürpertisi, göğün alacasıyla değil,
Ellerimin soğukluğu hep bir kalabalıkta.
Kaçışının gizini gönlünde tuttuğun
Bilisiz aşkı
(nı) ver bana!
Üşümeyeyim

Biir an sonra yokolacak yontuların
yanılsamalı gölgelerinde
sığınmıştık

Doğmuş olmak; bir referans mektubunu nereye ve kime götüreceğimizi bilememektir

Kov karaduygulu olasılığı bilincinin gücüyle
biçimleri kesikler yaratmadan tininde

Beden kaç atom barındırıyorsa o kadar da anlam ve sembol taşır.

Sonra kendi yaratımız saydam ağaçlarda
gizleniyorduk.
Dönüyorduk şiddetle az zaman geçince girdap
acımasızlığı aşağı hızla orada olana çekiyordu.
Neşe olmayanı biriktiren o alanın bir yerine
endişeli adımlarla iliştik.

Zamanı azaldı artık, zorlanmış bedenimin,
Olduğum gibi ölmeliyim, olduğum gibi…
Aşk, bağ ve hiçbir utkuyu düşünmeden,
Kalıvermeliyim öylece kaskatı!

Yaşamını bir çocuk başı gibi görüyor o,
Ve yazgısı saçlarını karıştıran yönü belirsiz esinti

Kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirlerim,
Yalpalayan hayatımın kara çarşaflı bekçi gizleri.

Hayatımda yirmi sayfalık bir öyküye bile yetecek olay yok gibiydi.

Akıyor su uz saydamlıklar karında,
Dirimi deliyor, zamanını ılımın …
Bu deniz, bu gök …
Bize çok, zor yine buluşmak!

Hayatın neresinden dönülse kârdır.

Yükleyip çarkın tüm zamanlarını ve cam kırıklarını
bir karavelaya ay rengi,
yelkenlemeyi körpe bir kıtaya ve
ulaşmak yıldız topacına babafingodan savurduğumuz
sonsuz altın örgü bir kaytanla,
is
te
mez
miy
dik?

İnsan güneşle arasına bir kitap koymalıdır.

Ey, yüzleri
bir babakuş gölgesine
çakılmış olanlar,
Üzgün adım, ileri marş

Rüzgâr ne katar varlığa
Yabanıl dönüşlerle?

Şimdi’si yitik diziyor
diziyor notalarını,
göğe ışık üzerine boncuklarını,
ucuza getiriyor varlığını
sonsuzun sessizliğiyle
sonlunun gürültüsü arasında,
O bitirince kıyısında gezindiği
yol çöküyor. ..

Kuramadığım güzelliklerin sessiz görünümü,
ulaşılmayanın boyun eğen yansısı,
Sevda ile seslenir sizlere!

Anıların müthiş bir dirençliliği var; kişi anmak istediğinde her şeyin içinden geçip An’ı şimdiyi aşıp ancak istediği anıya dönebiliyor, çıplak ve savunusuz
çocuklar gibi. Anıların her gün her an ırzına geçilebilir. Bir tür sıçrama ve hiç bir şey elde edememe.

Çocukluğun kendini saf bir biçimde
akışa bırakması ne güzeldi. Yiten bu işte! ..

Yarının hiçlik olması tehdidiyle mutlu olamam ve olmayacağım. Derin bir hakaret bu… Bu yüzden, beni acı çekmem ve yok olmam için, fikrimi sormadan ve küstahça var eden bu doğayı; su götürmez davacı, savcı ve davalı rolümle, kendimle birlikte mahkûm ediyorum..

Çocukluğun kendini saf bir biçimde
akışa bırakması ne güzeldi. Yiten bu işte!

Belki kendini yok etmek de bir kendini koruma girişimi, sevgi görmek için atılan bir çığlık, mutlu yaşama olasılığının aranışıdır.

Ben bir tehdidim onlar için çünkü varlığım, cinssiz bir bebek, rolünü bulamamış, iyi ezberlenememiş bir hayvan, her yöne savrulabilir, dağılabilir bir atom… Bu Atomik kuvvetten korkuyorlar, enerjisinden, çekirdek enerjiden, çünkü onlar potansiyeli ekonomik…

Üşümüşüm…
Ölülerimi taşıyordum, öyle sağır.
Kaç kez dokundum soğuk dudaklara.
Bilemedim nasıl dönmez o göz,
ayrıldığı kaynağına,
direnir o kadar!

Belki de sonsuza dek hoş görünmeye çalışanların nefreti daha derindir.

Biz güven çağına gelmiş olmalıydık, artık!

Neden büyüdünüz, genleştiniz, yayıldınız gövdelerinizle, aletlerinizle, anlaklarınızla, aşklarınızla, ağlattıklarınızla, güldürülerinizle, yüceliklerle, bayağılıklarla; bu yerküreyi nasıl iyeliğinizin bir yapıtı olarak algılıyor onu altetmeye çalışıyorsunuz?

Kimdi o kedi, zamanın
eşyayı örseleyen korkusunda
eğerek kuşları yemlerine,
bana ve suçlarıma dolanan?

Geliyorlar, bu evde doğan yeni bir ölümü görmeye; koşarak, düşe kalka yuvarlanarak, sürünerek… Nasıl olursa olsun; görmek için bu eski dostların yeni cesetlerini ve göstermek için kendi dirimlerinin kıvılcımlarını geliyorlar! Uyuyan arzunun düşün imgelemenin anlağın belleğin leş kokularını duymaya geliyorlar. Ölüm sessizliği, toz ve küf kokan evden ayrıldıklarında seviniyorlar canlıyız diye.

Güzün utancımızı örttüğü yapraklarımızı düşürdük karşılıklı, kış çırılçıplak geçti_ örtünülmesi gerek bir dahaki güze dek_ Geri dönmüyor yapraklar yerine, kapanmıyor yaralar, açık herşey bu üzüntü bedeninde, yeniden varolduğunu mu sanmalıyız yaprakların?

Azımsanmayacak kadar ölmüşüm!
Azımsanmayacak denli ölüyüm!

Ertelemek için külün gerçeğini
Akik düşleri dürtmeye çalışarak
Bilseler de uyuduğumuzda düşler
uyanıktır,
uyandığımızda uykuya dalar onlar
ve yalnızca kaplumbağalardır karanlığın içinde
düşleri de uyuyan!

Şiir, dairesel bir labirentte yeşil merkezden dağılan ana yolları kesen kısa keçi yolları açmaktır; üzerinden kurtlar da aşırır, tilkiler de… Sıçrama, uzun yolları kesmek amacı, çembere ulaşma duygusu ve “hasta olmayan hayvana” duyulan özlemle gerçekleştirilir.

Dirim çürüyor yanıbaşımızda!
Dağılıyor kokusu ölümün,
bu bezgin şafaktan.
Sırt dönüşler, yalanlar, aşağılamalarla
daha da ıralıyor canı
varoluş sevincinin.

Beden kaç atom barındırıyorsa o kadar da anlam ve sembol taşır. Hücrelere çok önceden / her zaman / zaten işlemiş, işlenmiş sözcük ve arzu.

Çirkin kokular büyüsüydü; kayıptı ama gerçek,
Yayılmış bir çılgın dokuydu gök yaralarını açmış,
Cam soyunuyordu şeffaflığını azgın bir kuma,
Ülkenin çatırdıyordu sınırları loş hatıralar cephesinde savaşırken.

Ölüm, yaşayabilmek için sonsuzca kaçındığımız, ama sözcükleri yaşatabilmek için kucak açtığımız…

Paniğini kukla yapmış
hasta bir çocuğum ben. Oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına niye kimselerizin vermez yollarıma kuş konmasına?
“Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna” bir çocuk demiş.

Sponsor Reklam
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ