Nazan Bekiroğlu Sözleri

Nazan Bekiroğlu Sözleri

1957 tarihinde hayata gözlerini açmıştır. Trabzon’da doğmuş ve Üniversite tahsilini Erzurum’ da tamamlamıştır. Nazan Bekiroğlu  sözleri bazen aşk üzerine bazen hayat üzerine kurulu ince anlamlara sahiptir. Nazan Bekiroğlu inceleme kitapları da yer alır. Aynı zamanda çocukluğunda anne ve babası tarafından iyi gözetlenmiş ve Türkçesi bozulmasın diye dikkat edilmiştir. Bu yüzden Karadeniz ağzını onda görmeniz imkansızdır. Nazan Bekiroğlu Yazıları belli başlı edebiyat dergilerin yayınlanmıştır. Nazan Bekiroğlu  Şiirleri de estetik bir yapıya sahiptir. Kaleme aldığı romanlar ise dikkat çekicidir. Nazan Bekiroğlu Kitapları okuyan kalabalık bir kitle vardır. Popüler bir okuyucu kitlesine sahiptir ve sosyal medyayı aktif olarak kullanır. Nazan Bekiroğlu romanları konu olarak güzel olayları inceler. Sitemizde bulunan galeri bölümünden Nazan Bekiroğlu  resimli yazılar ve Nazan Bekiroğlu  facebook kapak fotoğraflarına ulaşarak bu güzel sözleri sevdiklerinizle paylaşabilirsiniz.

Eninde ve sonunda bütün ölümler benziyor birbirine, öğrenirsiniz. Ve bölünür hayatınız bir kör bıçağın ucuyla tam orta yerinden ikiye: Senden önce, senden sonra.

Birine altı çizili kitaplarınızı vermek, yaralarınızı emanet etmektir bir bakıma…

Adı koyulmamış hiçbir şeyin gerçek anlamda var olduğuna ikna olamayan bir kalbin sahibiydim ben.. Aklımla kalbimin, hâlimle sözümün, teslimiyetimle ve vehmimin arasında kaldım ben. Aklımı gösteren ismimle aşkımı gösteren ateş arasına düştüm, o uçurumda yittim ben. Aynı anda iki şey olunamadığı için aşkın saltanatında, o uçurumda yitirdim ben.

Kahramanı sen olsan da, hikâye benim.

Onu yalnız Adem değil bütün bir alem bekledi. Belliydi Havva’nın geleceği, gelmeyecek olan böyle beklenmezdi.

Geleceğim demedim, bekliyor mudur?.

…dedim, üzerimde hakkım var, bütün hesapların görüleceği günde bunu sana sorarlar, bilmiyor musun?

Bir sıkıntının geçeceğine duyulan güven, ona dayanmanın tek çaresiydi

Onlar batıydı, biz doğuyduk. İkilik vardı aramızda. Oysa dünya haritası batıdan bakılarak çizilince doğunun şekli bozuluyordu. Ve dünya, kendisinden iki harita çıkabilecek kadar büyük gibi durmuyordu, iki hükümdara yetmiyordu

Kısmetin bol, çayın demli, kahven okkalı olsun. Bahtın, yolun, kalbin açık olsun.

Oysa fazla değil, varlığında duyduğum sevinç ile yokluğunda duyduğum acıdan ibaret bir aşkım olsun istiyordum sadece. Bu kadar sadeydi isteğim. Başka bir şey istemiyordum.

Ey benim yaradılışım, yolunu kaybetmiş yol arkadaşım.
Kimin bağrındaki kemikten yaratılmışsan ona gel. Eksik parçamı arar gibi seni arıyorum ben. Sen de beni ara. Boşluğunu doldur, eksiğini tamamla. Dünya dediğin bir kaza ertesi.
Aç kapılarını.
Elinle koymuş gibi bıraktığın yerde bul beni.
Gel neredeysen.
Cennet olsun yeniden

Meğer aşk indiği kalbi ihya ediyordu ya, ihya edemezse yok ediyordu. Kazasız belâsız kurtulmanın imkânı yoktu.

Rabbim, çok yorgunum. Bana bütün haberlerin yerini tutacak bir haber gönder. Üzerime bir iyilik ve güzellik kondur.

benim kırgınlığım, sesi odama kadar uzanıp da beni sabah namazına uyandıramayan müezzine duyduğum kırgınlıktan çok fazlasıydı.

aşk bahane,
herkes kendini seviyor

Sevilen bir kadın can demekti. Bu yüzden, en çok cânım denirdi ona ortasında bir eliflik nefes hacmiyle.

Özleyenler bilir, uyku bir gereksinim değil, sığınma talebidir geceye.

Seni seviyorum demek ruhun ve bedenin bütün zerreleri zikre susamışken, söylenmezse ölmek demekti. Söylemem değildi mesele, söylemezsem ölmemdi. Biri, birisine seni seviyorum dediğinde fikrimce yer ile gök titrerdi.

Ateşe düşmeyen yanmayı nereden bilsin? Elini bıçak çizmeyen kanın rengini nasıl öğrensin?

Bana verdiği aşkın sınırsızlık keyfiyeti beni neredeyse seçilmişliğime inandıracak olmuşken. Nasıl olup da şimdi, çölüm müsün suyum musun diye sorduruyordu? Bir boğulma muhakkaktı. Ve bu boğuluş incir ağacına sırtımı dayadığımda getirdiği bir fincan kahvenin sadeliği değildi. Ah benim hükmüm! Ah üzerimden bulutlar geçiren sevda! Depremden kuş, tufandan balık olanlar kurtuluyor. Ama ağır kış, kuşların kanadını, balıkların da denizini donduruyor. Böyle boğuşuyordum.

Ben çantamı hazır ettim, nasibi olan yoluma çıksın

Senin de, söyle kalbine kuşlar konuyor, içinde laleler açıyor mu?

Çok zordu Yusuf’u görmeyen gözün Züleyhâ’yı anlaması…
Çok kolaydı Yusuf’u görmeyen gözün Züleyhâ’yı kınaması…

yüzünü gördüğüm ve kalbimin kıpırdadığını hatırladığım ilk andan bu yana, attığı her adımı bir hadise bilerek yazdım. Hadiseydi onun gülümsemesi, o gülümserdi ve evren nasıl titremezdi? Neredeyse kaç soluk aldığını, kaç soluk vereceğini sayacaktım. Öyle yazacaktım.

Ey sıkıntı şiddetlen, nasılsa geçeceksin.

Efendim, dedim, benim efendim. Biri seni bana helal ü hoş etmeli.

Dilsiz düşünce yoktur da duygu çoğu kez dilsizdir.

Her şeyin, bir şeyle bir şey arasında durduğu daha baştan uyarılmış bu hikayede çok şeyle bir şeyin arasında kaldım.

Sevilen bir kadın can demekti. Bu yüzden en çok canım denirdi ona ortasında bir eliflik nefes hacmiyle

Hep vardı da adı yeni konuluyordu. Bir sefer hazırlığı tamamlanıp durmuştu da içimde vaktini bilmiyorumdu.

Hâyy’ sın Allah’ ım…
Ne kaderler yazıyor, ne hayatlar yaşatıyorsun?.

sudan sebeplerle yitiririz su gibi aziz şeyleri çoğu zaman.

Züleyha, Yusuf’a bir mektup yazmaya başlayınca
Yusuf diye başladı,
Yusuf diye bitirdi.
Gördü ki hitaptan öteye geçemedi.
Anladı ki aşkın nâmesinde ser-nâmeden öte kelam yok.
Ve Züleyha’nın lügatında Yusuf’tan öte sözcük yok.

“Benim de senden öncem yoktu” diyesim var. Lâkin benim senden önce bir hayatım gercekten yoktu.

“Bu kadar tanıdık buluyorsam kalbimi kalbine, bu kadar tanıdık ses veriyorsa kalbim kalbine, o ezeli uğultuyu hâlâ kulaklarımda taşıdığımdandır.”

O kadar yabancı geldi ki ona bir zamanlar kendisinin olan bu yüzler, şu an, şimdi ölse, hangi yüzü taşıyan bir kendisi onu karşılasın dilerdi? Hayatının hangi devresine dönmek ve orada ebedi kalmak isterdi? Bir cevap bulamadı. Hayatının “işte burası! bu!” diyeceği bir zamanını işaret edemedi. “Kocadım artık” dedi. Direnmedi.

Ey Yusuf`un Tanrısı, dedi Züleyha.
Hissediyorum ki
Bana Yusuf kadar yakınsın
Bana kalbim kadar yakınsın
Bana benim kadar yakınsın,
yok, dedi Züleyha, bana benden daha yakınsın. Sen benim kalbimdesin.Yok yok, dedi Züleyha, Rabbim sen benim kalbimde değilsin, sen benim kalbimsin.

İyi de affa değer olanı zaten herkes affeder. Asıl af, affa lâyık olmayanı da affetmek değil mi?

Rabbim, dedi Adem, senden af dilemeye bildiğim kelimeler yetmiyor, bana yenilerini ver.

Daha fazla mücadele etmedin. Mücadele Gücün olmadığı için değil uğrunda mücadele edilecek bir şey kalmadığı için. Sen ben de ne gördün bilmiyorum ama ben senin gördüğün kişi değilim.

Allah’ım artık yoruldum.
Bana bir güzel rüya göster.

Insanın kendinden razı olmayışı ama kalbine yenilmeyeşi bir türlü. Birisini yarı yolda bırakışından da öte, suçtur. Suçluyum. Aşkın endazesi akıl olmasa gerek. Suçluyum.

Bir tek veya milyon, fark etmezdi. Çünkü birinin ölümü her birinin ölümü gibiydi. Çünkü her insan bir evrendi ve her ölüm evrenin sönüşü demekti. Bu yüzden tek masumun dahi öldüğü yerde hiçbir haklı gerekçeden söz edilemezdi. Savaş insanı canavarlaştırıyordu ve insanın insana ettiğini kimse kimseye etmiyordu.

Çünkü bütün eksik geldiği telafi eden ve Rengin’in seçimini meşrulaştıran yegane sebep fırıncının oğlunun derin derin bakan simsiyah Gözlerinden ibaretti…

Ne zaman ki birine güvendik;
Kolumuz, kanadımız, gönlümüz kırıldı.

Artık sebeplerim, sonuçlarım bu dünyaya sığmıyor. Savunmama gelince, sebebim yok ki bahanem olsun. Bahanem yok ki savunmam olsun.

Hâli bilmeyen kelâmı neylesin,
Kelâmı bilmeyen hâli ne diye bilsin?

Aşk, sanırdım benden öğrenilecekti. Mahkeme-i Kübra’da bütün aşklardan tek başıma sorumlu tutulacağımı sanırdım. Meğer aşkın sernamesi teslimiyet, ben sernameyi atlamışım.

“Çay, geceye yaraşır. Geceyi kaçırma…”

Şimdi ey bezirgân, suçu suçluya ödetmeli masuma değil. Bu yüzden ben bir isimden ibaret kalsam bile, ölsem bile, kalsam bile, bir isim bile kalmasa benden geriye. Sen o ismi unutma. Unutmak affetmektir. Aşkın olduğu yerde açılmaz affın kapıları. Oysa kalbim tanık sen beni affettin.

İyi ki bir düşteyiz.
İyi ki ölüm var.

Anlamanın sonu merhamet, onun da sonu affetmektir.

Nasıl sevdiyse öyle de sevildiğini zannetti.

Koca bir dağ annem suretinde karşıma dikildi.Azgın bir sel olup taştı yoluma.

Her şeye razıyım, ama Seninle aramdaki bağı bozma.
Bana kaderimi sorgulatma. Neden, diye sordurma.

Benim acım dindiyse dinmeyecek acı yoktur.

Oysa âşık bir kere aşkı sorgulamaya başlamışsa oradan kazasız belâsız çıkılmaz çoğu kez. Çıkılsa bile artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz.

En yakıcı aşktan geri dönmek , en basit bir evliliği bozmaktan daha az hasar verirdi.

“Belki her şey bir şey içindir. Bunca yaşanmışlık bir tek yaşamak içindir.”

Korkma…Kimse aşktan ölmez .O işler sadece masallardadır.Bir de romanlarla filmlerde.Hangi ateş sonsuza kadar yanmış ki ?

Belliydi Havva’nın geleceği, gelmeyecek olan böyle beklenmezdi.

Aşk gelir geçer , evlilik ise ömür boyu sürerdi .

kalbinde taş gibi bir acının ağırlığıyla yaşadığından olacak gözlerinde daima kederli bir bakış asılıydı. Hep aynı gözlerle bakardı hayata: kazalı belâlı yolları kazasız belâsız atlatmayı, eylemekten çok eylememeyi başaranların çorak bakışı. Yaşanmamıştan çıkarılan gururun acı tacı.

Sevda dediğin ne ki? Tarifsiz bir tanışıklık duygusu. Sebepsiz bir gülümseme arzusu. Rüzgâr esti. Mantonun düğmelerini iliklerken sen de bana gülümsedin. Sen bana gülümsediysen bu sana değil bana bir şey katmış demekti. Acaba? Bu ümit bile yetti.

Günah da ah’la kafiyelidir. O da siyah’la, simsiyah’la , vah’la, eyvah’la. Lakin hepsi de Allah’la. Ah’tır kafiyelerin en güzeli.

Her sevgi insanın kendisini eşsiz hissetmesiyle başlarmış. Bense senin eşsiz olduğunu hissettim. O yüzden benim ruhuma düşen şey senin de ruhuna düştü biz ikimiz bir ırmak köprüsünün korkuluklarına yaslanmış suya bakarken ve şairliğim tuttu. Sandım ki çoktum, bir oldum. Eğriydim, doğruldum. Yitiktim bulundum.

Ziya Paşa diyor ya, insanın ihtiyacı bir lokma ekmek iken, bu keşmekeş-i derd-i ihtiyaç neden?

Allah şahit, seni on iki yaş altı bir çocuğun masumiyetiyle sevdim. Namahremim değildin diye öptüm gözlerinden. Gözlerimden öpme ayrılmayalım, niye demedin ?

Bütün bunları
Aklım almıyor.
Ama kalbime sığıyor.

Kendisini cennetin daha ilk sabahında, ilk anında bile Adem, cinnet aşkıyla şuurlu kulluk arasında emre amade buldu. Aşkın da aşkıydı bu.

Aşktan bahsettik, aşkı tanımıyorduk.Öldük, ölmüyorduk.Sadakatten söz ettik, sadakati bilmiyorduk.Sevdik, aslında sevmiyorduk. Aldık, veriyorduk; verdik, alıyorduk.Söz yerini buluyordu sadece, iyi düşüyordu, uygun.İçimiz bir hoş, ha bire büyüyorduk…

Kazalı belalı yolları kazasız belasız atlatmayı, eylememekten çok eylemeyi başaranların çorak bakışı.Yaşanmamıştan çıkarılan gururun acı tadı.

İçimde çok büyük bir ağlamak var. Bir ağacın altında oturarak hem kendime, hem bütün insanlara hem börtü böceğe, kurda kuşa. Bin yıllık gözyaşıyla ağlamak istiyorum.

Dilimin ucunda bir düğüm. Sanki biraz zorlasam dünyanın bütün dillerini konuşacağım.

“Lakin oruçlu olduğunu unutup suya kanmak gibi değil, kanatları olmadığını unutup da kendini uçuruma bırakmak gibi bir unutmaktı bu.

Benimki babasını çoktan yitirmiş bir baba eviydi.

Ama ben sana sadece senden bahsedebilirim. Sen güzelliğinin her şeyi fethettiği zamanlardasın ve ben hangi yanıma değsen o yandan ağ­lıyorum. Güzellikten doğan aşka yaslanarak her şeyi unutmak, senden gayrini geride bırakmak isterdim. Fakat ne mümkün! Ne zaman unutur gibi olsam olmuyor. Unutmak istediğim şeyin tam ortasındayım.

Leylâ demiştim şimdi Leylâ susuyorum ve düşünüyorum: Bir kadının adı eğer Leylâ değilse başka ne olabilir ki? Çünkü Leylâ’nın harflerinde bütün isimler yazılıdır Leylâ’nın isminde bütün harfler vardır.

Nazlıgül dedi. Bu kadar okuyorsun, korkarım bir gün yazmaktan başka bir işin olmayacak seni, yazar olacaksın. O zaman, beni yazarsın. Şu Mücella Teyze’nin solan gülünü, gün görmediğini, içinde yazmaya değer bir şey olmayan kayda değmez ömrünü.

Tanımaktır anlamanın ilk şartı. sevmek anlamaktan sonra gelir…

Bir tek veya milyon, fark etmezdi. Çünkü birinin ölümü her birinin ölümü gibiydi. Çünkü her insan bir evrendi ve her ölüm evrenin sönüşü demekti. Bu yüzden bir tek masumun dahi öldüğü yerde hiçbir haklı gerekçeden söz edilemezdi.

Onu düşününce içinde harlı bir nefes yanaklarına doğru yükseliyordu..

Dua mucizeye inanmaktı.

Allah şahit, seni on iki yaş altı bir çocuğun masumiyetiyle sevdim. namahremim değildin diye öptüm gözlerinden. gözlerimden öpme ayrılmayalım, niye demedin?

Yangından geriye ne hasar kaldığını ancak dumanlar dağılınca anlayacaktı.
Yara sıcakken duymamıştı acıyı. Gerçek acı zamanla başlayacaktı..

Bir kadının en büyük erdemi isminden az bahsedilmesiydi ona göre ve ismini korumak kız kısmının en önemli vazifesiydi…

ama dayanmak mümkün değildi.
peki, zaman her acının ilacı değil miydi?
gözden ırak olan,gönülden de ırak olmuyor muydu?
aşk bile olsa her şey, eninde sonunda bitmiyor muydu?
bitmiyordu,
bir adım sonrası ölüm.
ölünmüyordu.
sürüp gidiyordu..

Sponsor Reklam
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ