Friedrich Hegel Sözleri
Ünlü Alman filozofları arasına adını yazdırmıştır. Kant’ın imkansız olduğunu savunduğu durumu gerçekleştirerek rasyonel metafiziği kurarak etkili isimlerden olmuştur. Takdir edildiği kadar eleştiri alan bir filozofta olmuştur. Felsefe de tartışılan sorunları ele alarak tarihin felsefe için önemini vurgulamıştır. Efendi köle kavramını eleştirmiş ve farkındalık oluşturmak için ötekinin önemini vurgulamıştır. Memur oğludur ve ilahiyat okumuştur. Frankfurt’ta ise felsefe öğretmenliği yapmıştır. Başta inandığı felsefe sistemini değiştirip kendi sistemini kurmaya yöneldi. Kurduğu bu sistemi ise kitabında açıklamış ve savunmuştur. Hegel Kant’ın felsefesine inansa da bu fikirleri kendi için yetersiz buluyordu. O insanların her şeyi öğrenebileceğini düşünüyordu. Hegel için mantık demek dünya demekti. Mantığın sınırının çözüldüğü an insanın tüm sınıfları aşabileceğini düşünüyordu. Hegel Sözleri bu yüzden belli bir mantık esası çevresinden gelişmiştir. Hegel resimli sözler için galeriye bakabilirsiniz.
Zekasını beğendiğin birinin görüntüsünü merak etme
Zekasını kullanmayan birinin ise görüntüsünden etkilenme !
Tanrı, insan ve madde diye ayırım yapmak anlamsızdır. Evrensel cevher, saf bilinç olan ruhtur. Düşünce basamaklarını kateden insan sonunda kendisine döner. Gerçek ruhun kendisi olduğunu keşfeder. Aslında insan tanrı; tanrı da insandır.
Dünyada tutkulu olmadan başarılmış hiçbir büyük şey yoktur.
”Bir insanın sana neler verebileceği değil, senin için nelerden vazgeçeceği önemlidir.”
Dünya tarihi, özgürlük bilincinin gelişmesinden başka bir şey değildir.
En vefakar dostumuz gölgemizdir bilirsiniz. Ama unutmayın ki; o da yoldaşlık etmek için güneşli havayı bekler.
Her aklî olan gerçektir, her gerçek olan aklîdir.
Aşkın gerçek özeti şudur, kendini düşünmekten vazgeçip kendine başka bir “ben” bulasın.
“Çinlilerin hakaretlere karşı aşırı ölçüde duyarlı ve öç almaya eğilimli oldukları söylenebilir. Öç duygusunu doyurabilmek için, hakarete uğramış olan kişi hasmını öldüremez, çünkü eğer bunu yaparsa bütün ailesi öldürülecektir; bu nedenle, hasmını yıkıma uğratmak için kendine zarar verir.”
Felsefe objelerin düşünce ile görülmesidir.
En vefalı dostumuz gölgemizdir, ama unutma, o bile eşlik etmek için güneşli havayı bekler.
“Tarih aslında, insanlığın
“suçlarının, çılgınlıklarının ve felaketlerinin”
kaydından pek fazla bir şey değildir;
ama tecrübenin bize öğrettiği odur ki,
halklar ve devletler tarihten asla
bir şey öğrenmemişlerdir.”
Ahlak bu iradenin aklıdır.
Kendilerine nasıl yaşayacaklarını buyuracak mutlak ahlak kuralları isteyenlerin asıl istedikleri şey, karaktersizliğe bahanedir.
Ahlak güzellik kılığında meydana çıkmalıdır.
Sevmek onunla birlikteyken bir bütün olmak değil
O yokken ” yarım kalabilmektir. ”
Ahlaksız ilişkilerden çocuğa köleymiş gibi olan tutum en ahlaksızıdır.
“Konfiçyus’un İngilizce’ye çevrilen ana yapıtlarında hiç kuşkusuz doğru ahlaksal gözlemler bulunur, ama düşüncede dolambaçlı bir anlatım yolu, bir yansıtma ve kendi içinde bir döngüsellik vardır ve sıradanın üzerine yükselmeyi başaramaz.”
Felsefenin yanıtsız bıraktığı soruların sebebi, onların sorulma tarzı başka türlü olmalıydı.
ruhun en yüksek menfaatlerinin şuuruna vardırmaktır.
Nutuk şaşırılacak güçlü bir araçtır. Onu kullanmak için zeki olmak gerekir.
“Brahmanın öyle bir gücü vardır ki, göğün şimşeği elini ona ya da mallarına uzatmayı göze alan Kralı çarpacaktır, çünkü en sıradan Brahman bile Kralın öylesine üstünde durur ki, eğer onunla “konuşacak olursa kendini kirletmiş olacak, ve eğer kızları evlenmek için bir prensi seçecek olurlarsa onu onursuzlaştırmış olacaklardır.”
İnsanların tarihten aldıkları önemli ders şudur; hiçbir ders almazlar.
” Her dönemin öylesine kendine özgü koşulları vardır ve öylesine bireysel bir durum gösterir ki, onda onun kendisinden çıkarak karar verilmelidir ve ancak böyle karar verilebilir. Dünya olaylarının baskısı altında evrensel bir ilkenin hiçbir yararı olmaz. ”
Eğitimli halkların gerçek cesareti vatan uğruna kendilerini kurban etme hazırlığından ibarettir.
“Tarihten öğrendiğimiz tek şey, ondan hiç bir şey öğrenmediğimizdir”.
Tanrı, insan ve madde diye ayırım yapmak anlamsızdır. Evrensel cevher, saf bilinç olan ruhtur. Düşünce basamaklarını çıkan insan sonunda kendine döner. Gerçek ruhun kendi olduğunu keşfeder. Aslında insan tanrı; tanrı da insandır.
Tanrı kendinde ve kendi için öncesiz-sonrasız varlıktır. Kendinde ve kendi için genel-olan şey ise duygunun değil, düşünmenin konusudur. Besbelli her türlü tinsellik, her türlü bilinç içeriği, düşünmenin ürünü ve konusu olan herşey, en başta da din ve tözsellik, duygu biçiminde de insanda olmalıdır ve ilkin duygu olarak oradadır. Ama duygu, insanın bu içeriği kendisinde bulduğu kaynak değildir, fakat bulma tarzıdır, en kötü formdur, hayvanlarla ortaklaşa sahip olduğu bir form. Tözsel olan şey, duygu formunda ortaya çıkmalıdır, ama onun daha yüksek, daha vakarlı biçimi de vardır. Ahlak- sal-olan, yani doğru-olan, tinsel içerik, öyle gerekiyor diye duygu derecesine indirilir, genellikle orada tutulmak istenirse, o zaman temelde bu içeriğe hayvanın formu veriliyor demektir, ama böyle birşeye hayvanın yeteneği yoktur.
Tarih ruhun zamana göre gelişimidir, tarihin kendi amaçları vardır, bu amaç özgürlüğün gelişmesi, sivil toplumunda vatandaşın özgürlüğüdür.
Tarih ele alınacaksa önce anlak açısından ele alınmalı, neden ve etkisi açıklanmalıdır. Bu yoldan dünya-tarihinde özsel- olanı, —özsel-olmayanı dışta bırakarak— ele almak istiyoruz. Anlak, önemliyi, kendisinde anlam taşıyanı vurgular. Tarihi-iş- leyişinde izlediği ereğe göre özsel-olanı olmayandan ayırde- der. Bu erekler çok çeşitli olabilirler. Bir erek ortaya kondu mu çok şey akla gelir; ana ve yan-erekler ortaya çıkar. Öyleyse biz tarihte verileni tinin erekleriyle karşılaştırdığımızda başka yönlerden ilginç olan herşeyi bir yana bırakacak ve öz- sel-olana eğileceğiz. Böylece us, şimdiye değin söylenenlerin düzeyini aşan bir içerikle karşılaşır: tini, gönül-varlığını özünde ilgilendiren, üzerine yazılanların okunması bile bizi ya yaslı ya hayran kılan ya da sevindiren erekler söz konusu olur.
Her tablo kendi dönemine, kendi milletine ve kendi ortamına aittir.
Tarih felsefesi, tarihin düşünme tarafından ele alınmasından başka bir şey değildir; düşünmeyi burada asla bir yana atamayız. Çünkü insan düşünendir; hayvandan bu noktada ayrılır, insanca olan her şeyde, insanca olduğu ve hayvanca olmadığı sürece, düşünme vardır; böylece, tarihle her türlü uğraşmada düşünme vardır. Tarihte olduğu kadar insanla ilgili her şeyde de bu genel düşünme payının kabul edilmesi, düşünmeyi varolanla, verilenle bağımlı kılma ve onu bu temelden türetmek tutumumuz yüzünden bize yetersiz gözükebilir. Oysa, felsefede spekülasyonun, varolanı gözetmeksizin kendisinden meydana getirdiği birtakım sonuçlar yer alır. Spekülasyon bu sonuçlarla tarihe gider ve onu malzeme olarak ele alır, olduğu gibi bırakmaz, tam tersine sonuçlara göre düzenler, tarihi apriori olarak kurar.
Vicdan iyi yolu aydınlatan manevi ışıktır ama ne zaman kötülük varsa, o yok olur.
Pragmatik tarih yazarının en kötü yanı, kişileri güden nedenleri, hiçbir kavrama dayanmaksızın tikel eğilim ve tutkularla açıklayan, olgunun kendisindeki güdücü etkinliği görmeyen küçük ruh bilimsel kafa yapısıdır. Pragmatik tarih yazarlarının kompilation yoluyla anlatıp duran ahlakçısı, zaman zaman bu kısır anlatılardan vazgeçip yüksek hristiyanca düşüncelerle, kendine gelir, olay ve kişilerin böğrüne ahlak hançerini dayar, öğüt, vaaza geçer vb.
İnsan bilginin sayesinde ölümsüzdür. Bilgi, düşünce hayatının köküdür, onun sonsuzluğudur.
Devletin en baştaki belirlenimi yönetenlerle yönetilenlerin ayrımıdır. Anayasaların da genel olarak monarşiye, aristokrasiye ve demokrasiye göre sınıflandırılması yerindedir. Ancak bu arada şuna dikkat edilmelidir: ilkin, monarşi, despotizm ve asıl anlamında monarşi olarak ikiye ayrılmalıdır. İkinci olarak kavrama dayalı bütün bölünmelerde vurgu ana-belirlenim üzerindedir, ama bu da bu ana-belirlenimin kendi biçim, tür ve cinslerinde somut bir içerik kazanacağı anlamına gelmez. Üçüncü olarak ve özellikle unutmamak gerekir ki, kavram bir sürü tikel kipi (Modifikation) yalnızca belirtilen genel devlet düzenlerinde değil, bu düzenlerin bir çoğunun karışımlarında da onaylamaktadır. Ancak bu karışımlar da bu düzenlerin birkaçını bir araya getirerek hiçbir tutulur yanı olmayan, tutarsız oluşumlara yol açmaktadır. Öyleyse ilk belirlenim yönetenlerle yönetilenlerin ayrımı oluyor, bu da düzenlenişteki anlam ve amaca göre anlaşılıyor. Bu nedenle tartışılması gereken konu. hangi anayasanın en iyi anayasa olduğu, yani devlet gücünün yani hangi düzenlenme, örgütleniş ve işleyişle devletin ereğine en güvenilir yoldan varacağıdır.
İnsan düşünmeden kendi içinde yaşayanları algılayamaz.