Erol Anar Sözleri
Çerkez bir ailenin çocuğu olarak Havza da dünyaya 1965 yılında gelmiştir. İlk ve orta öğrenim hayatını burada tamamlaması ile beraber, önce Ankara Üniversitesi sonra İstanbul Üniversitesi ve 19 Mayıs Üniversitesi olmak üzere 3 üniversite de öğrenim görmüştür. Beş çocuklu bir ailede doğan Erol Anar, ailenin 4. çocuğuydu. 1990 yılında Ankara’ya yerleşmiştir. Daha sonrasında ise Çankaya Belediyesinin Eğitim Kültürü müdürlüğünde bir iş edinmiştir. 1996 yılına geldiğinde ilk kitabını yayımlanmıştır. Bundan öncesinde ise bazı dergilerde yazıları da yayımlanmıştır. İnsan Haklarının korunmasına dair bir dernekte gönüllü olarak yer almıştır. Dernek tarafından çıkarılan bültende yayın yönetmeni olmuştur. Kitapları farklı dile çevrilmiş ve ün yakalayan biri olmuştur. Hayata bakış açısı ve incelemesi ile insanlar tarafından kitapları okunmuştur.
Zaman kavramı kadar insanları şaşırtan ve onlara sonsuzluktaki kahredici çaresizliklerini derinden duyumsatan bir başka kavram daha yoktur.
Ne olduğunu değil, ne olmadığını, ne olacağını değil, ne olmayacağını bilen insan doğru yoldadır.
İnsan ilişkileri karmaşıktır, anlamak veya çözmek çok zordur. İnsanın değil başkasını, kendisini bile gerçek anlamda tanıması çok uzun ve tamamlanmayan bir süreçtir. Ancak buna karşın birçok insan, kendisini ve diğer insanları çözümlediğini ve çok iyi tanıdığını söyler. Bu iddia, aslında kişiye kendinden kaçıştan başka bir şey getirmez.
Aynanın sırları döküldüğünde, o artık cam olmuştur insanın tüm sırları döküldüğünde, kalmadığında ise, o artık kişisel özelliğini ve değerini kaybetmiştir.
‘Hayat farkına varmadığın sürece bir rüyadan başka birşey değildir.’
“Hiç, var olanın içindedir.”
Hayat farkına varmadığın sürece bir rüyadan başka bir şey değildir.
“Yürekte ve beyinde yankısını bulabilen ve hayata anlam yükleyen her şey güzeldir.”
”Gölgenin hükmü, gölgede geçmez.”
Ruhunu huzura kavuşturmam için yalvaran sana ‘bir ruhun olduğunda bunu yapacağım’demeyi isterdim
”Ölüme teslim olacağım, ama hayata asla.”
Çerkesya’da seni bilge Seteney Guaşe’den sormayı, sonra barbarları izleyerek Kimmerya’ya kadar gitmeyi isterdim. Ve Seteney Guaşe’nin oğlu, taşın içinden doğmuş olan Sosruko gibi, ateş tanrısı Tlepş’in tıpkı taşı yarar gibi göğsümden kalbimi çıkarmasını ve sana olan aşkımı orada görmeyi isterdim.
Sonra Sosruko’nun kanatlı atı Tiğujey’e binerek seni Kuban ırmağı kıyılarında aramayı isterdim.
Yabancılaşma, çağdaş insanın en büyük acısıdır asıl trajik olan ise insanların yalnızca birbirlerinden ayrıyken değil, birlikte iken bile birbirlerine yabancılaşmalarıdır.
”Herkesin denizi kendisine okyanustur.”
Rodos adasında bir yel değirmeni olmayı isterdim; yaşlanmış kanatlarım yavaş yavaş rüzgârla birlikte dönerken, karşımda her an, aşkının ve özgürlüğünün meşalesini onurla taşıyan Helios heykelini görebilmeyi dilerdim. Ve yine bir gün Helios heykelinin ayakları dibinden her yıl denize atılan dört atlı arabanın içinde olmayı ve tüm evreni seni bulabilmek amacıyla dörtnala gezebilmeyi isterdim.
Ölümün, yaşamın ve zamanın üzerinde olan tek bir şey varsa, o da henüz doğmamış olandır.
Özgürlüğü elde edemezsiniz özgürlük olabilirsiniz ancak özgürlük olmak demek, özgürlüğe olan inanca sahip olmak demektir.
”Beklemeye değer tek şey ölümdür.”
Suriye’de Şövalyeler Kalesi’nden Orontes nehrine, oradan Damascus’a kadar sırtımda bir hırka, elimde bir derviş değneği ile izini sürmeyi, güneşin yakıcı ışınlarının arasında senin siluetini fark ederek tekrar büyük bir azimle yola devam edebilmeyi, ve Ürdün’e Aqaba körfezine kadar sarsılmaz bir inançla yürümeyi isterdim.
Her şey ile hiçbir şey arasındaki kapıyı aralayan gerçeğe giden yolu görür.
”Her şey hiçbir şeydir, hiçbir şeyse her şey değildir.”
Özgürlük bence, bu sonsuz yolculukta bir sonuç değil, bir başlangıç noktasıdır: daha mutlu ve daha yaratıcı olmanın olanaklarını çoğaltan bir başlangıç.
Bizans’ın uçarı ve ölümün acımasız eli imparatoriçesi Teodora kadar cesur bir âşık olmayı, ve herkesin onun huzurunda olduğu gibi senin karşında kayıtsız ve şartsız, yüzükoyun yere kapanmasını sağlayabilmeyi isterdim. Ve yine Konstantinopolis’te büyük bir yangında, alevlerin arasına dalarak ve bütün vücudum mutluluktan tepeden tırnağa titreyerek seni düşünerek yanabilmeyi isterdim.
Özgürlük de mutluluk gibi avuca alındığında sessizce ölür sadece özgürlük düşüncesinin peşinden koşmak bile insanı özgürleştirir.
”İnsanın taşıyabileceği en ağır yük, kendi yüküdür.”
Yürekte ve beyinde yankısını bulabilen ve hayata anlam yükleyen her şey güzeldir.
Ve sonra yine Gılgamış gibi sırtıma bir aslan postu atıp çöllere düşer, göz gözü görmez kum fırtınalarında hiçbir okyanusun derinliğiyle ölçülemeyecek acımı seni, kendimi ve ne varsa her şeyi unutabilmeyi isterdim. Ve nerede gülen mutlu bir insan görsem ona bıkmadan usanmadan seni anlatırdım.
Kafesteki bir kuş bile özgür olduğuna inandırabilir bu bir yanılsamadır ancak yanılsama, bazen gerçeğin yerine geçer.
”Kapitalizm, paranın sevgi üzerindeki iktidarıdır.”
Ve bir gün kollarımda son nefesini verdiğinde, tıpkı tarifsiz acısıyla arkadaşı Enkidu’nun ölü bedenine seslenen Gılgameş gibi sana şöyle söylemeyi isterdim: “Seni rahat yatakta yatıracağım. Evet, seni haşmetli bir yatakta rahat ettireceğim. Selamet olan bir makamda. Solumda bulunan bir makamda seni oturtacağım. Yeryüzünün bütün hükümdarları senin ayaklarını öpsünler. Senin için Uruk halkına ah ve figan ettireceğim; mesut kimselere etrafında matem tutturacağım, ve ben, senden sonra vücudumu murdar bir hale getirip, senin için kendimden geçeceğim.”
İnsanları kolayca harcayanlar, harcadıkları kişinin aslında kendileri olduklarının farkında değillerdir.
”Küçüldükçe büyüten ve büyüdükçe küçülten şey kibirdir.”
“Ruh ve gelişimi hiç bir zaman belirli bir ölçüye vurulamaz. Hatta eğitimin bile bu durumda bir ölçü sayılması mümkün değildir.
Anlam arayışı, yüreğe yapılan bir yolculuktur yaşam nedir? Bu soruyu sorduğun anda anlam arayışı serüvenin de başlamış demektir.
”Bulma çabasından arınmış bir arama, kişiyi kendisine yaklaştırır.”
Herkesten önce ben; en cahil, en dar çevrede, bu zavallılar arasında, en ince bir ruh gelişmesine rastlamıştım… Bazen bir kaç yıldan beri tanıdığın bir adamı çoğu zaman hayvan yerine koyup küçümsediğin olur.
Yanına yaklaşıldıkça büyüyen birisi değil, yanından uzaklaşıldıkça büyüyen bir insan olmalısın.
”Kendi ölümüne doğru hareket etmeyen tek şey zamanın kendisidir.”
birdenbire öyle bir an gelip çatar ki, aynı adamın ruhu, onun elinde olmadan, dışa karşı açılıverir; o zaman siz, onun içindeki hazineyi, duyarlılığı görür, kalp taşıdığını anlar, kendinin ve başkalarının ıstıraplarına karşı gösterdiği anlayışın farkına varırsınız
Henüz var olmayan hiç var olmayacak anlamına gelmez öyleyse yok olan vardır var olan ise yok olmaya mahkûmsa, var olan yoktur.
”Hayat farkına varmadığın sürece bir rüyadan başka bir şey değildir.”
Bazen de tersine; tahsilin öylesine bir hayasızlıkla bağdaştığı olur ki, insanın nefretten boğulması işten bile değildir.”
Kendisini göremeyen ve kendi gerçeğini başkalarından işiten kişi ne kadar da zavallı ve acınasıdır.
”Dünyanın en sıkıcı duygusu istediği bir şeyin insanın peşinden koşmasıdır.”
Yerin binlerce kilometre altındaki bir vazoya ulaşmak isteyen bir arkeolog sabrı ve titizliğiyle, insanın içsel dünyasının derinliklerine inen o büyücüyü anlatmak istiyorum.
Başkalarıyla kendi gerçeğini paylaşan insanın duymak istediği tek şey, kendisine itiraf edemediği gerçekleri başkasının ağzından duyma istediğidir.
”Eğer bir ülkede hapishane varsa, yönetimi ne olursa olsun o ülke özgür değildir.”
Belki onu bu nedenle, bazen gerçeğe bile kendisine itaat etmesini öğreten bir büyücü olarak görüyorum. İşte bunun için psikoloji ders kitaplarında onun romanlarından sık sık örnekler verilmektedir.
Aşkın en iyi tarifi binbir gece masalları’nda yapılmıştır ve aşk daha çok ‘doğulu’ bir kavramdır.
”Her şey ile hiçbir şey arasındaki kapıyı aralayan gerçeğe giden yolu görür.”
Hayatı ve insanları onun gibi derinlemesine yorumlayan, bu derece güçlü bir başka yazar yoktur yeryüzünde.
Gerçeğe ulaştığını sanan, gerçeğe ulaşmış değildir gerçeğe ulaştığını sanan, yalnızca gerçekten uzaklaşmıştır.
”Var olduğunda yok, yok olduğunda var olan şey aşktır.”
Peki nedir onu böylesine büyük kılan ve devleştiren, hiç düşündün mü? Bir uçtan diğerine savrulan fırtınalı hayatı mı? Yoksa genç bir aydın olarak yaşarken, birden güçlü bir rüzgâr tarafından Sibirya’nın en ücra köşesinde ayaklarında prangalarla kendisini “ayaktakımı” arasında bulması mı?
Bu dünyada hiçbir şey yoktur ki, biz denemeden çok önce birileri tarafından denenmemiş olsun.
”Kâğıt kayıklarda tükettiğimiz kâğıttan hayatlara benziyor ömürlerimiz.”
Dostoyevski’yi büyüten şey bence onun hayatın bir öğrencisi olması, karşısındaki insanı çıplak insan olarak görebilmesi ve keskin gözlem yeteneğiyle çözebilmesidir.
”Her şey ile hiçbir şeyin ortasında aşılmaz bir uçurum vardır.”
Her insanı aynı abartısız saygıyla karşılar o, her insandan bir şeyler öğrenir.
”Cennetteki bir insanın en büyük dileği, bir an önce bu cehennemden kurtulmaktır.”
Ne kadar yükseğe çıkarsan, diğer insanlar senin görüş alanında o kadar küçülürler fakat sen de diğer insanların görüş alanında o derece küçülürsün
Dostoyevski, insan ruhunun derinliğini keşfetmiş ve bunlardan yola çıkarak vardığı sonuçlarda insanların son derece eğitimsiz olsalar dahi insanı şaşırtacak ölçüde bir ruhsal incelik ve derinliğe sahip olabilecekleri kanısına varmıştır
Her şey insanların kim tarafından olursa olsun yönetilmeyi reddettikleri ve inisiyatif aldığı zaman farklı olacak.
”Doğru, yanlış kişinin ağzında bile doğruluğundan bir şey yitirmez.”
İnsanların çoğu usta birer boş yergi avcısıdır insanların birisini yermek için en küçük fırsatı, nasıl olağanüstü bir çabayla yakaladıklarını görmek şaşırtıcıdır çoğu insan, kendi değerini başkalarını yermekle yükselttiğini düşünür oysa başkasını boş yere yerdiğinde bir şeyler kazandığını düşünen insan, kendi değerini düşürmekten başka bir şey yapmadığını anladığında, o insan için artık çok geç olacaktır.
Cennet, kendi cehennemini de içinde taşır cennetteki cehennem, gerçek cehennemden gerçek cehennemden çok daha kötü ve tercih edilmezdir.
”Hemen şimdi ve burada olmayan özgürlük, gelecekte de olmayacaktır.”
Birçok eski inanışa göre insanın bu dünyada sahip olduğu tek şey kendi bedenidir ama çağımız insanına bakıldığında, bugün insanların sahip olamadığı tek şeyin kendi bedenleri olduğu görülür kendi bedenleri dışındaki her şeye sahip olsalar da bu insanlar, hiçbir zaman kendi gerçeklerini göremeyeceklerdir.
Çoğu zaman başkalarının senin bilgilerine ihtiyacı yoktur unutma bilgiye ihtiyacı olan sensin, yalnızca sen.
”Her şey içimizdeki devleti ve iktidar tutkusunu yenmekle başlıyor.”
Karanlık ve derin bir mahzende yüzyıllardır bekleyen kaliteli ve değerli bir şarap sanıyoruz kendimizi ama ne yazık ki, şişenin içinde bir damla bile şarap yok ama biz hâlâ çok değerli bir şarap olduğumuzu düşünüyoruz oysa yalnızca boş bir şişeden ibaretiz dışarıdan bakınca dolu görünen, ambalajı güzel, ama boş bir şişe bir gün şişe açıldığında ise, ne yazık ki yaşam serüvenimiz de sona ermiş oluyor.
”Dünyanın en sıcak şeyi insan sıcağıdır; dünyanın en soğuk şeyi insan soğuğudur.”
Platon, ‘felsefenin kaynağı şaşırmadır’ der günümüzde içinde yaşadığımız ‘postmodern çağ’da, artık hiçbir söz, davranış ve herhangi başka bir şey insanları şaşırtmıyor şaşırma duygusunu yitiren insan, kolay kolay tepki de vermez öyleyse dünya insanlığı, şaşırma duygusu ile birlikte felsefesini yitirmiş demektir felsefesini yitirmiş bir toplum, yolunu ve hayatın anlamını da yitirmiş anlamına gelir.
”Kazanacağına inanmayan birisinin kazandığı zafer, buruktur.”
Bu dünyada herkes varlığıyla bir boşluk doldurur, ancak yokluğuyla bir boşluk yaratacak hiç kimse yoktur ve olmamıştır da belki bazı kişiler için boşluk oluştursa da, hayatın kendisinde bir boşluk yaratmaz.
”Dünya tarihsel olarak, her gün yeniden inançlarla kurulup, inançlarla yıkılıyor.”
Aynı anda var olan ve aynı anda yok olan bir şey varsa o da zamandır zaman, hem var hem yoktur; yokluğu anlamsızlaştırandır.
Çoğu zaman insanları gözümüzde olduklarından daha fazla büyütür ve onlara dürbünün büyük gösteren tarafından bakarız sonra ise şu ya da bu nedenle, aynı insanlara, dürbünün ters, yani uzak gösteren tarafından bakarız sonuçta o insanlara ya onları gözümüzde büyüterek ya da küçülterek bakmış oluruz bu da bizim ikili ilişkilerimizdeki, yanılsama ve paradoksumuzdur.
Bir kentin ölümü, bir insanın ölümünden çok daha trajiktir ve kentler öldüğünde geride yaşayan bir şey kalmaz.