Atilla İlhan Sözleri
1925 yılında İzmir doğmuştur. Lise hayatını bu şehirde tamamlamıştır. Daha sonra yasaya aykırı davrandığından dolayı okuldan uzaklaştırılmış daha sonra ise tekrar okula dönmüştür. Hayatının belli bir kısmını Paris de geçirmiş daha sonra ülkeye dönerek belli gazete ve televizyon kuruluşlarında yer almıştır. Atilla İlhan Şiirleri bir çok kişi tarafından okunmuştur. Atilla İlhan Kitapları kütüphanenizde yer alması gereken kitapların arasında gelmektedir. Özelikle şiir aşığı olan bir çok kişinin dikkatini çeken bir isimdir. Atilla İlhan sözleri aşk, özlem ve hasret gibi duyguları işler. Aynı zamanda Atilla İlhan Romanları da ilgili ile okunabilir. Atilla İlhan Yazıları ve Atilla İlhan Senaryoları da bir çok kişi tarafından ilgi görmüştür. Atilla İlhan resimli sözler ve Atilla İlhan facebook kapak fotoğraflarına galeriden ulaşarak sosyal medya hesaplarınızda paylaşabilirsiniz.
Ben aşk nedir bilmem.
Eski kafalıyım.
Bir seni bilirim
Bir de adın geçince sıkışan kalbimi…
kavgalı olmasaydık belki seni düşünürdüm
çocuk sıcaklığına sığınıp uyumayı
“Döndüm arkamı sana, sen sırtımdan vurmayı seversin, yüzüm ağır gelmesin…”
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
Elinde değildir akşam serinliğinde üşürsün
Eylül’den itibaren geceler hazindir uzundur.
BekIeme yapmayın! ‘Aşk’ını alan ‘acı’ya doğru ilerlesin.
Niye gün ortasında akşam oluyorum?
Gülümse; tozu gitsin yalnızlığımızın.
”…Sevdiği ben değilim, anlatamam…”
ıssız sarayların güngörmez prensiyim
yalnızlığımı belki bir aşk tamamlar
Sen benim hiçbir şeyimsin, yabancı bir şarkı gibi yarım, yağmurlu bir ağaç gibi ıslak, hiç kimse misin bilmem ki nesin?
Binlerce umuttan belki bir umuttum.
Onu neden sevdiğimi bir türlü anlamıyor.
Ağzı temmuz sıcağı, bakışları sonbahar.
unutma ki sevmek
yalnız kelâm değil, gerçek mânada bir faaliyettir
Ben birinin hiçbir şeyiyim, en çok da bu koyuyor.
Ortak tek bir fotoğrafımız bile yok.
Bugünlerde ben adsız bir özlemim,
Yağmur yemiş bir deniz gibiyim.
bütün kapılar kapandı dışarıdayım
birden karşıma çıkmayın korkuyorum
uykusuzum fena halde sokaktayım
karanlık bastırdı mı bozuluyorum
”Korkunun kulak gibi çınladığı bir hicran saatinde
tehditlerle dolu bir kış dolu dizgin yaklaşıyor
yağmurun soğuk kanatlarında
Sen rüzgarın getirdiği serseri bir şarkısın
Yalnızlıktan da kurtulup yalnız kalmak isterim.
Tek kuruş kârım yoktu hayatımdaki varlığından; inan zararına seviyordum ben seni.
ümit diye ne kalmışsa kırılıyor dökülüyor
hem de nasıl çırpınarak
sevmek kalın bir tünel bir kere girildi
artık anlamı yok gecenin gündüzün
İşte rüzgar,işte sonbahar yıldızları
işte kalbim,işte şiirlerim
sen gelsen elini alnıma koysan
saçlarını öpsem
ağlasam…
”Yüzünde görünmez bir şiir yazılı”
İnanmakta geç sevmekte çabuktum.
Sevmek için geç, ölmek için erken
”…Eski gözlerinle gel…”
“Ben sana mecburum sen yoksun”
”…hava soğuk
sabah oluyor
uyanır uyanmaz
yanımda aradığım hangimiz
sen misin
yoksa ben miyim…”
nedir tren düdüklerinin çığlık çığlığa sorduğu
bir şehri terk ederken susmak bu kadar güç müdür
kadere dönüştüren nedir sıradan bir yolculuğu
yıldızlar damlıyordu parmak uçlarından
kısa kirpiklerine ne kızlar asılı
elektrik çıtırtısı yok gibi saçlarından
yüzünde görünmez bir şiir yazılı
seni kim çizebilir şubat yolcusu
bütün çizgileri bozuyorsun
Sana gelirken hep ellerim ceplerimde gelirdim,
Olur da aşkımın elleri üşümüştür,
Avuçlarımda ısıtırım diyerekten.
acı bir tütün gibi yakıyor genzimi
senden uzak olmak
akşamları dağdan sonbahar bulutları götürüyor
bedevi sonbahar bulutları alıp götürüyor
iki yorgun yaprak diye gözlerimi
karanlığı karşılamak
yaşamak oldum olasıya böyle zor
özgür olmadı mı insan yaşamıyor
haliç’te bir vapuru vurdular dört kişi
polis katilleri arıyordu
deli cafer ismail tayfur ve şaşı
üzerime yüklediler bu işi
sarhoştum kasımpaşa’daydım
vapuru onlar vurdu ben vurmadım
cinayeti kör bir kayıkçı gördü
Yaşlandıkça insan dünya başkalaşıyor.
Her sözü her bakışı tartışılan kızlar
Erkeklere sürek avı kadınlara korkuluk
Ah kızlar
Ulan kızlar
Ulan kızlar
Geceler uzar hazırlık sonbahara
Savaş henüz başlamamış eli kulağında
Herkes kimi öldüreceğini tasarlıyor.
ne kadar ölüme ilerlese yaşım
işe bak
o kadar çocukluğuma yakınım
“Bir ah ile bu alemi viran ederim ben…”
sen benim hiç bir şeyimsin
yabancı bir şarkı gibi yarım
Çocuklar gibi sevdim devler gibi ıstırap çektim.
Ne güzel bir yalansın sen, hep inandığım.
insan annesi ölünce anlar
içindeki çocuğun
hiç ölmeyeceğini
insan sonbaharda düşünür nedense ölümünü
ölüsünü sararmış yaprakların örttüğünü
“Çoğu zaman üç beş kişi için yazdığımızı sanırız, onlar bizi okumazlar. Asıl seslendiklerimiz, hiçbir zaman tanımayacağımız, başka üç beş kişidir.”
Bütün bir ömür varılamayacak o liman.
“Tek kuruşluk kârım yoktu hayatımdaki varlığından, inan zararına seviyordum ben seni.”
Ve büyük yalnızlığım var
Biliyorsun hani o
Rüzgarın gözüne karanlık bir yelken gibi açtığım
İçimsıra vahşi bir kadın gibi taşıdığım
Yalnızlığım
Bazıları şiir sevmez; çünkü onların yaraları yoktur.
Yaraladıkları vardır….
Yanımda olduğun zaman her zamankinden yalnızım.
“Acı bir tütün gibi yakıyor genzimi, senden uzak oImak.”
Sen gizli rüzgârları dinliyorum
bir yerde benden konuşuluyor
biliyorum
bu tezgâhı kurdumsa ben senin için kurdum
senin için dokuduğum basma ve pazen
denizin yeşilinden süzdüğüm balık
göğün mavisinden çaldığım kuş
senin için
felsefe okudumsa iktisat okudumsa geceyarıları
boğazım kurumuş içim bir kalabalık
sıcacık mısralar okudumsa yunus’dan
senin için okudum
geceyarılar
Kalbim bakır bir mangır gibi boynuma asılmış
Ondan kurtulmak için sürgünlere gitmeye razıyım.
Kanatları parça parça bu ağustos geceleri
Yıldızlar kaynarken
Şangır şungur ayaklarımın dibine dökülen
Sen
Eğer yine İstanbul’san
Yine kan kopuklu cehennem sarmaşıkları büyüteceğim
Pançak pançak şiirler tüküreceğim
Demek yine ben
Limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor
Kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler
Yahudi sokaklarını aydınlatan Telaviv şarkıları
Mavi asfaltlara çökmüş
Diz bağlıyor
Eğer sen yine İstanbul’san
Kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan
Sirkeci Garı’nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp
İntihar dumanları içindeki Haydarpaşa’dan
Anadolu üstlerine bakıp bakıp
Ağlayan
Sen eğer yine İstanbul’san
Aldanmıyorsam
Yakaları karanfilli ……. eğer beni aldatmıyorsa
Kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
Yine senin emrindeyim
Utanmasam
Gözlerimi damla damla kadehime damlatarak
Kendimi yani şu bildiğim Atilla İlhan’i
Zehirleyebilirim
Sonbahar karanlıkları tuttu tutacak
Tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor
İmtihan çığlıkları yükseliyor üniversite’den
Tophane İskelesi’nde diesel kamyonları sarhoş
Direksiyonlarının koynuna girmiş bıçkın şöförler
Uykusuz dalgalanıyor
Ulan İstanbul sen misin
Senin ellerin mi bu eller
Ulan bu gemiler senin gemilerin mi
Minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında
Liman liman götüren
Ulan bu mazot tüküren bu dövmeli gemiler senin mi
Akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar
Neden durmaksızın imdat kıvılcımlari fışkırıyor
Antenlerinden
Neden
Peki İstanbul ya ben
Ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy
Gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu abbas
Ya benim kahrım
Ya senin ağrın
Ağır kabaralarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın
Çaresiz zehirler kusan çılgın bir yılan gibi
Burgu burgu içime boşalttığın
O senin ağrın
O senin
Eğer sen yine İstanbul’san
Yanılmıyorsam
Koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim
Sicilyalı balıkçılara Marsilyalı dok işçilerine
Satır satır okumak istediğim
Sen
Eğer yine İstanbul’san
Eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim
Ulan yine sen kazandın İstanbul
Sen kazandın ben yenildim
Kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
Yine emrindeyim
Ölsem yalnız kalsam cüzdanım kaybolsa
Parasız kalsam tenhalarda kalsam çarpılsam
Hiç bir gün hiçbir postacı kapımı çalmasa
Yanılmıyorsam
Sen eğer yine İstanbul’san
Senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar
Gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan
Bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir
Ulan bunu sen de bilirsin İstanbul
Kaç kere yazdım kimbilir
Kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken
1949 Eylül’ünde birader mirc ve ben
Sokaklarında mohikanlar gibi ateş yaktık
Sana taptık ulan
Unuttun mu
Sana taptık.
Bir trene binip,
Rastgele defolup gitmek istiyorum…
Mustafa Kemal Hareketi, Tanzimat’la Mütareke arasında oluşan, ama bir türlü gerçek doğrultusunu bulamayan uluslaşma sürecine gerçek dinamiğini verebilmiş, Osmanlı’nın ümmet toplumundan Türk ulusunu çekip çıkarmıştır, hem de ulusal kuv
vetleri (Kuva-yı Milliye), ulusal iradenin (irade-i milliye) buyruğuna vererek!
Bir önceki iktidarın hâlâ dinsel nitelikler taşıdığı, hâlâ teokratik bir düzenin üzerinde
oturduğu hatırlanırsa, “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur” ilkesinin ne büyük bir devrim sloganı olduğu şıp diye anlaşılır.
Bir anlatabilsem onsuz olamadığımı
o zaman sevmek değil ölmek zamanı.
Türk’ler kendi aralarında birbirini yer,doğru,kimimiz özel sektörle,kimimiz bürokratik bir devletçilikle,kimimiz özgürlükçü bir sosyalizmle kalkınma isteriz ama hepimiz,ülkemizin o yüz milyonluk,o bağımsız endüstri ve silah gücüne sahip,o gelişmiş ülke olmasını isteriz.Aradaki tartışmalar yöntem tartışmalarıdır,toplumsal gelişmenin olağan gereğidir.
Hiç unutmam, bir tarihte savcının biri bana, toplumsal sorunları dilime dolayacağıma, neden dolayı “tabiat manzaralarından ilham alarak” şiir yazmadığımı sormuştu. Birçokları, şairin, “sadece aşk şiirleri” yazmasından yanadır. Yaygın, biraz da “resmi” bir görüştü bu. Şiir üretimini, bir bakıma, belirli sınırlar içinde tutmak istedikleri söylenebilir. Oysa yaptıkları şiir tüketimi, şairlere yaptıkları “tavsiyelere” uymaz, tam tersidir.
Yoksa,Allah’ın günü dinlediği müziğe söv,ezberinde çağdan çağa taşıdığı ozanları karala,eğlencesini kına,töresini aşağıla,kısacası kişiliğini yok say,sonra da seni soyuyorlar,kurtarsam kurtarsam ben kurtarırım diye bangır bangır bağır,sesin kof kof dağlardan döner,görüp göreceğin rahmet budur.
boğazım kurumuş içim bir kalabalık
sıcacık mısralar okudumsa yunus’ dan
senin için okudum
geceyarıları
Çağdaş ve gelişmiş denilen batı toplumu,yaşadığımız yüzyılı bir dünya savaşları dönemi yapmakla yetinmemiş,kendi içinde sürekli mutsuzluklar yaratarak kendi bireylerini kendisine yabancılaştırıp umutsuzluğun götüreceği en son iskeleye,ölüme sürüklemiştir.
Sevmek insan yüreği kadardır,
Küçükse büyüğünü taşıyamazsın.
Bu,aslında,Baytekin’i uygar kılan nedenleri yakalayıp kendi koşulları içerisinde bir yaratıcı uygarlaşma çözümünü akıl edemeyen cahilin,sonuçları öykünerek kişiliğini silmesinin ve uşaklaşmayı uygarlaşmak sanmasının acı öyküsüdür.
”…yıllar var ki serçeleri unutmuşum…”
Demiştim ya,ümmet niteliğini yitirmemiş yasakçı toplumlarda,siyasal otoritenin görevi sanatçıyı ya evcilleştirmek ya da etkisizleştirmek.
yaşamak
doğruların yanlışlarda aranması
Kendini yurttaş sayan ve bu memlekette bağımsız yaşamak isteyen herkesin aynı safta olması şarttır.Burada ideolojilerin farklılıkları önemini kaybediyor.Çünkü bu aynen Kurtuluş Savaşı’ndaki bir durumdur.Aklın yolu bir.Memleketin çocuğuysan,memleketini düşünüyorsan başka türlü düşünmen mümkün değil.
zehirli karanfiller büyüttüm
dargınlığın saksılarında
Genç Türk ozanlarının en büyük talihsizliği sizce nedir?
– Coşkularının akıllarını bastırması. Kimisi içerik yönünden,
kimisi biçim yönünden coşkulu. Sanıyorlar ki, ağırlığı bu coşkuya
verirlerse, ortaya has bir şiir çıkar. Yanılıyorlar. Şiir, heyecanla
aklın dengesini içerir. Heyecan, duygusal düzeydeki izlenimleri
yoğunlaştırırsa, akıl bilgi düzeyindeki verileri şiire katar. Böylece
ortaya nesnel gerçeğin öznel estetik bileşimi çıkmış olur.
Çocuklar, işin bilgi yanını kaytarıyor, daha doğrusu benzemeye
özendikleri ustalardan kopya çekiyorlar. Ya da, bilgiyi şiirsel bilgi
diye değil de, didaktik bilgi diye alıyorlar. Olur mu hiç? Öyle
genç ozanlar tanıdım ki, on dokuz yaşında Marx’ı, Engels’i
okumuş, Bayburtlu Zihni’yi bilmez, ya da iyi kötü ozanlarımızı
tanır, toplumsal gerçekten haberi yok. Bu İkinciler daha çoktur
sanırım.
ıslak bir otomobil sabah karanlığında
seni kaybedilmiş bir oyuna iletirken inadın
nagant gibi koltuğunun altında
oynamakta direnmek ne demek düşündün mü
en hızlı manşetlerin en gergin saatında
tırmandığın ipin nerden çürüdüğünü
ne gün kopacağını kestiremeden
inadın nagant gibi koltuğunun altında
tırmanmakta direnmek ne demek düşündün mü<