Amin Maalouf Sözleri

Amin Maalouf Sözleri

Lübnan da 1949 yılında doğmuştur. Hristiyan bir aile çocuğu olan Amin, ekonomi ve toplum bilimi gibi dersleri almıştır. Daha sonrasında gazeteciliğe merak sarmıştır. Paris de yaşayan yazar buraya 1976 yılında yerleşmiştir. Yayın organlarının çeşitli alanlarında köşe yazarlığı ve yöneticiliği yapmış daha sonra ise bunlardan vazgeçerek kitap yazmaya başlamıştır. Yapıtlarında ise kendini yakın bulduğu ve özünün olduğu Asya ve Akdeniz çevresinin kültürlerini kullanarak yansıtmıştır. Arapların Gözüyle Haçlılar Kitabı ile adından söz ettirmeyi başarmıştır. Daha sonra Afrikalı Leo ile Arap-Fransız Dostluk Ödülünü kazanmıştır. Kitapları bir çok dile çevrilen isimlerden biri olma hakkını kazanarak kendine has bir okuyucu kitlesi kazanma şansına erişmiştir.

eğer ikiniz de kitap okuyanlar alemine aitseniz paylaşılmış bir cennete el ele girmek üzeresiniz demektir.”

Ne zaman bir gemi yanaşsa rıhtıma
Ve bir bırakılmışlık duygusu salıyor içime,
Kıyıdan uzaklaşıp giden her yelkenli.

Denize düşüp kaybolan su damlası, toprağa karışan toz zerresi. Nedir bu dünyaya gelip gidişimizin manası? Fena bir böcek işte, bugün var yarın yok.

Şarkıları, okşamalardan öte bir şey, ve bilmiyorum sever miyim erkeği, ozanı sevdiğim gibi. Sever miyim sesini, müziğini sevdiğim kadar.

”Hiçbir şeye şaşırma, hakikatin de insanların da iki yüzü vardır. ”

Beni dünyaya getirenin günahını çekiyorum, ben bu acıyı kimseye çektirmeyeceğim.

İnandığım insanlar yüzünden,
Beklediğim yarınlar dünde kaldı…

Hiç, hiç bir şey bilmiyorlar, bilmek istemiyorlar.
Şu cahillere bak, dünyaya egemen onlar.
Onlardan değilsen eğer, sana kâfir derler.
Onlara aldırma Hayyam, yoluna deva

Onurlu bir adam, susuzluğunu giderdiği kuyuya taş atmaz.

Bizler bilim adamlarının gözden düşürüldükleri bir çağın kurbanlarıyız. Aralarında pek azı, gerçek bir araştırma yapmak olanağını bulabiliyor

Bende içgüdüsel olarak devrimci bir ruh var ve her özgürlük savaşçısı beni kendine çeker.

‘Yirmi yılda kırk sağlam kitap okursan, ama adam gibi okursan, dünyaya korkmadan bakabilirsin ”

Zamanın iki yüzü var. İki boyutu…
Uzunluğunu güneşin seyri belirliyor.
Derinliğini ise tutkular…

O,” Arkadaşlarım gitti, annem babam öldü ve ben de yaşlanmayı beklerken diri diri gömüldüm”dedi.

“Hayat başlar ve biter. Nasıl başlayıp nerede sona erdiği değil, ikisi arasına neler sığdırabildiğin önemlidir aslında.”

Uzaktan göğün ışığıdır güneş, ama yaklaşınca bir cehennem ateşi!

oysa çok iyi biliyoruz ki,bağnazlığın ve bölünmüşlüğün temelinde bilgisizlik yatar.

Ya kader bizden yana olmazsa?

“Söz gibi güzel mal mı olur? Yükte hafif, değerlendirilmesi bilinirse, pahada ağır.”

Bir toplum en güçsüz bireyini yalnız bıraktığı anda dağılmaya başlar…

İnsan şarap içmek isteyince; sakisini ve keyif arkadaşını dikkatli seçer…

“O gece birbirimizi aynı kitabın içine gömülerek sevdik.”

Bedevi bir kadına bir gün en çok hangi çocuğunu sevdiğini sormuşlar. Kadın şöyle yanıt vermiş: Hasta olanı iyileşene kadar, en küçüğünü büyüyene kadar, yolda olanı da eve dönene kadar.

-babam isyanciydi
_neye karşı?
-aptalliga,zevksizlige ve kireclenmis beyinlere karsi

Öyle yalanlar var ki onlardan ağızdan çok kulaklar sorumludur.

Cebir eserinde Hayyam, bilinmeyen sayıyı göstermek için Arapçada Şey terimini kullanmış; İspanyolların ilmi eserlerinre Xay olarak geçen bu kelime zamanla kısaltılıp sadece ilk harfine indirgenmiş, sonra da X tüm dünyada bilinmeyen sayının simgesi haline gelmiştir.

Kitapların büyüsünden sık sık söz edilir. Ama bu büyünün çift yönlü olduğu pek söylenmez. Bir okumanın büyüsü bir de kitaplardan bahsetmenin büyüsü vardır.

İnsanlar birbirinin yerini tutamaz

“Duygularım anestezi altında. Her şeyi görüyorum, her şeyi işitiyorum ama artık hiçbir şey hissetmiyorum.”

benim için ölümle sonuçlanacak her dava, dava olmaktan çıkar.

Hayır Refka, bu tanımladığın küçümseme değil,
Kılık değiştirmiş korku bu,
Havva’dan bu yana kadınlara öğretilen korku.
“O sana bakmadı, sen onu duymadın, sana bir şey söylemedi.
İndir gözlerini kızım ve yüreğinden ona lanet oku!”
Ben susmak istemiyorum,gözlerimi indirmek istemiyorum,
Avazım çıktığı kadar bağırarak lanet etmek istiyorum,
Önce ben yaralarım beni yaralayacak olanı.

Hıristiyan dünyasıyla Müslüman dünyası arasında karşılaştırılmalı tarih uygulaması yapılsa, bir yanda, uzun süre hoşgörüyü tanımamış, içinde açıkça totaliter eğilimler taşıyan ama yavaş yavaş bir açıklık dinine dönüşen bir din; öte yandaysa açıklığı içinde barındıran ama yavaş yavaş hoşgörüsüz ve totaliter hareketlere doğru sapan bir dinin ortaya çıktığı görülür.

‘Dünyada en büyük terörizm,
bir insanın ana diliyle bağını koparmaya çalışmaktır.

“İnsanların çoğunun kendi yaşamlarıyla ne yaptıklarını, zekalarını nasıl kullandıklarını gördükçe, beni kendileri gibi sevmelerini istemek gelmiyor içimden. ”

“Gerçek, ona layık olana söylenir…”

Bir gün dünyada herkesin birbirini anlayabilmesi için çalışmak ideallerin en soylusu değil midir?

“Aşk ilk günkü gibi kalabilir, heyecan da öyle. Aylar da geçse, yıllar da geçse. Hayat insana bıkkınlık verecek kadar uzun değildir.”

Umutsuzlukta haklı çıkacağımıza umutta yanılalım.

Cennet de cehennem de senin içinde.

— Gidiyorsun.
— Evet. Ama başka türlü.
— “Başka türlü” nasıl gidilir?
— Seninle gidiyorum.

Kitaplarda yer almış bir öyküdür. Üç arkadaştan söz eder. Derler ki: Binli yılların başlarında çağı etkilemiş üç İranlı vardır: Dünyayı gözlemlemiş olan Ömer Hayyam, dünyaya hükmetmiş olan Nizamülmülk ve dünyayı titretmiş olan Hasan Sabbah.

Kurt ile kuzunun yan yana su içebileceklerini bir devlet düşlüyorum.

İki yüreğim olmalıydı. Birincisi duygusuz, ikincisi ise her zaman sevdalı. Hangi güzel için atıyorsa, ona verirdim ikinciyi. Öbürüyle de mutlu yaşardım.

İki uçurum arasında kalmış gibiyim. Ne ileri, ne geri gidebiliyorum. Bu daha ne kadar böyle sürecek?..

Ülkelerimizin yöneticilerini eleştirmekte haklısınız ;ama bununla sınırlandırmayın kendinizi;eğer yöneticiler yozlaşmışsa,halkın kendisi de en az o kadar yozlaşmış demektir.Yöneticiler bu genel kokuşmanın yüze vuran görüntüsüdür.

Öfkeliydim, kendime karşı öfkeli. Hep böyle olurum. Aylarca sessiz kalırım, neredeyse konuşmayı unutacak kadar, sonra birden baraj yıkılır ve ne varsa; neyi tutmuşsam her şeyi koyuveririm, bitmez tükenmez bir gevezelik başlar ve daha susmadan pişman olurum.

Ben bugün dinin her yere sokulmasına ve her şeyin onunla gerekçelendirmesine öfkeleniyorum. Böyle giyiniyorum, çünkü dinim böyle istiyor. Şunu veya bunu yiyorum, çünkü dinim böyle istiyor. Arkadaşlarımı terk ediyorum ve hiçbir izahat verme ihityacı duymuyorum, çünkü dinim çağırıyor. Dini her işe karıştırıyorlar ve ona hizmet ettiklerini sanırken, aslında kendi ihtirasları veya kendi delice hevesleri için dini kullanıyorlar.
Din elbette önemli, ama aileden, arkadaşlıktan, sadakatten daha önemli değil. Ahlakın yerine dini geçiren insanların sayısı durmadan artıyor. Sana caiz olandan ve olmayandan, mübahtan ve mekruhtan söz edip sözlerini alıntılarla destekliyorlar. Bence neyin dürüstlüğe veya adaba uygun olduğuyla uğraşsalar daha iyi ederler. Bir dinleri olduğu için ahlaka ihtiyaçları kalmamış gibi davranıyorlar

Eğer önündeki kapılar bir daha yüzüne kapanacak olursa, hayatının sona ermediğini düşün. Sona eren şey yalnızca hayatlarının birincisidir ve diğeri başlamak üzere sabırsızlanmaktadır. O zaman bir gemiye bin, seni bekleyen bir kent vardır.

Her şeyi okumak asla olası değildir. Her gün öğrenilecek nice yeni şeyler vardır.

” Okumak için uzaklara gitmekten çok, uzaklara gitmek için okumaktaydım. ”

öyle bir an gelir ki tüm kararlar kötüdür; sorun, sonradan en az pişman olacağın kararı bulup seçmektir!”

“Başkaları konuştukları gibi yazarlar, ben sustuğum gibi yazıyorum.”

Dünyaya bu çağda gelmiş olmak, teselli kabul etmeyen bir acı benim için. Ne kadar geç Tanrım! Nasıl da solup buruşmuş dünya!

Öyle anlar vardır ki vereceğin her karar kötüdür. Kötüler arasında, sana en az pişmanlık vereceği seç!

Ömer, “hiçbir sultan benim kadar mutlu, hiçbir dilenci benim kadar mutsuz değil” diye yazmıştı o dönemde.

kalk haydi! ebediyyen uyuyacağız zaten.

“İnsanlar bir dinleri olduğu için ahlaka ihtiyacı kalmamış gibi davranıyorlar.”

Tıpkı şu dağlarda ki Bahar’ın kısa olacağını bildiği için büyümekte acele eden buğday başağı gibi

İnsanın kendi iç hesaplaşmalarıyla tamamen baş başa kalmak istediği anlar vardır ve o noktada en küçük bir dış müdahale bile saldırı gibi algılanır.

Bekleyen bir sevgi. Sakin ama güçlü bir sevgi. Belki Tarihten de güçlü!

“Benim damarıma basıldığında, susarım.”

Aylarca sessiz kalırım, neredeyse konuşmayı unutacak kadar

O adam ölmeyi hak ediyordu, ama sen, oğlum, öldürmeyi hak etmiyordun.

“Ömer, bu bakışı yakaladı, içine çekti ve orada kalmasını istedi.”

-Titanic güvertesinde Rubaiyat! Batı’nın gözbebeği Doğu’nun nadide çiçeğini taşıyor!

“Ama o benim babam,” … “Bir yabancı değil, babam, hücrelerimn yarısı, kanımın yarısı, saçımın rengi, çene yapım ondan geliyor. Babam.”

Tanrı uzakta değil, oğlum. Bu insanların seni kendi kinleri doğrultusunda gütmelerine izin verme, kendi kendine kaldığında ve Tanrı huzurunda yüzünü kızartmayacak şekilde davran.

Başkalarını çoğu zaman en dar aidiyetleri içine sıkıştıran bizim bakışımız ve onları özgür kılacak da gene bizim bakışımız.

Ölmeye kararlı bir adama karşı nasıl tedbir alınabilirdi ki?

”Bir gerçekliğin belirsiz, kavranamaz ve istikrarsız olması, onun var olmadığı anlamına gelmez.”

Bir dalı kesmek yerine, zulmün ağacını kökünden sökmek yeğdir

Kalabalığın farkına bile varmadığı kısacık bir an, aşık içinse bir sonsuzluktu bu…

Hükümdarlarla düşüp kalkan bilginler, bilginlerin en kötüsüdür.

Etnik kıyımlar hep en güzel bahanelere sığınılarak gerçekleştirilir; adalet, eşitlik, bağımsızlık, insan hakları, demokrasi, ayrıcalıklara karşı mücadele…

“Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz…”

İstenildiği kadar kutsal kitaplara dalınsın, meallere bakılsın, gerekçeler toplansın, daima farklı, birbiriyle çelişen yorumlar olacaktır. Aynı kitaplara dayanarak köleliği içinize sindirebilir ya da mahkûm edebilir, ikonaları yüceltebilir ya da ateşe atabilirsiniz, şarabı haram kılabilir ya da hoş görebilir, demokrasiyi ya da din devletini savunabilirsiniz; bütün bu insan toplulukları yüzyılların akışı içinde şimdiki uygulamalarını doğru göstermişe benzeyen kutsal ayetler bulup çıkarmayı bilmişlerdir.

“Herkes ötekilerin duasını sustursun diye kendi tanrısına yakarıyordu.”

“Ma sar chi, ma sar metlo.” Bunu bazen öğrencilerime kendimce tercüme ederek söylüyorum. “Olup biten her şey daha önceden olup bitmiş bir şeye mutlaka benzer.”

Öfkeliydim, kendime karşı öfkeliydim.

Geçip gidiyor o asude gençlik çağı
Unutmak için dikiyorum kafama şarabı.
Acı mı geldi? Böylesi gider hoşuma
Ömrümün ağızda bıraktığı tat da aç

Ağaçlar boyun eğmek zorundadır; kökleri onlara gereklidir;insanlara değildir oysa.

Çünkü sen özgür bir insansın ve özgür bir insan haksızlığı kabul etmez..

Sözler, ister iyi, ister kem olsunlar, oklara benzerler; sürüyle atarsın içlerinden biri hedefi vurur…

“Acın sonsuz olduğunda, dünyanın kararmasını isteyecek olduğunda, yağmurdan sonra parıldayan yeşilliği, bir çocuğun uykudan uyanışını düşün.”

Bir insanın hayatının doğumuyla başladığına emin misiniz?

Bütün ölümlülerin ortak yazgısı değil mi bu?Gidip toprağın altında uykuya dalmadan önce tek avuntumuz sevmiş olmak,sevilmiş olmak ve belki de bir iz bırakmış olmak kendimizden…

Saldırıdan kötüsü, saldırının beklenmesidir. Hiçbir şey yapamadan, aşağılayıcı bekleyiş.

Salondan çıkmadan önce hükümdara sırtını dönmek yasaktı.Tuhaf bir alışkanlık.Saygınlığına fazlasıyla düşkün bir hükümdar mı çıkarmıştı bu adeti? Yoksa aşırı kuşkucu bir ziyaretçi mi?

İnsan maziyi idealize ettiği için kendi zamanını hep küçümser.

Sponsor Reklam
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ