Spinoza Sözleri
Kendisi yahudi bir ailenin çocuğu olarak 1632 yılında doğdu. Almanya da dünyaya gelmiştir. Hahamlık eğitimi alırken yahudilikten uzaklaşarak felsefe ile olan ilgisini arttırdı. İki felsefeciden etkilenerek yeni ve özgün bir sentez oluşturdu. Yazdığı Ethika eserinde ise evren sistemini inşa etmekle uğraşmıştır. Diğer eserleri ise Politik ve teolojik incelemeler üzerine olmuştur. Felsefenin önde gelen isimlerinden olarak rasyonalist bir filozof oldu. Bir çok filozof gibi oda felsefe dünyasında sıkıntılar çekmiş ve anlaşılmamıştır. Yaşadığı hayatta çelişki ve din düşmanlığı yaptığı sanılmıştır. Fakat sanılanın aksine tam bir bilge hayatı yaşamış olan filozof eseri olan Eticha da tüm düşüncelerini açıklamıştır. Spinoza’nın Hayatı bir çok filozof gibi zorluklarla geçmiştir. Spinoza sözleri içinde rasyonalizm barındırır. Akılcı yolları izleyen filozof bir çok güzel söze değinmiştir. Galeride yer alan Spinoza resimli sözler ile paylaşımda bulunabilirsiniz.
İnsanların eylemlerine kahkahalarla gülmek, ağlamak ya da nefret duymak yerine onları anlamak için çaba sarfettim.
İşler yolunda gittiğinde insanların çoğu kendini öylesine bilge sanır ki, onlara bir öğütte bulunmak hakaret etmekten farksız olacaktır.
Kendinizi ve duygularınızı daha iyi anladıkça, her neyseler daha fazla seveceksiniz.
Her canlı kendi varlığını sürdürme çabasındadır.
Kişinin kendini koruyabilmesi kadar büyük erdemlilik olamaz. Fakat, güzel olan her şey nadir olduğu kadar güçtür.
hurafeyi doğuran ve besleyen neden korkudur.
Biz kendimizi hür sanıyoruz. Halbuki ellerimizde ihtiraslarımızın, kötü huylarımızın görünmez zincirleri vardır. Bileklerimize görünmez kelepçeler takılmıştır.
Paul´un Peter hakkında soyledikleri, Peter’den çok Paul’u tanımamızı sağlar.
Barış, savaşın olmaması demek değildir. O, bir erdem, bir ruh hali, iyilikseverlilik eğilimi, güven ve asalettir.
Anlamak, sevmenin başlangıcıdır.
İnsanlar iyilik ve hayır yapmaktan ziyade öç almaya daha yatkındırlar.
Yaşadıklarımdan öğrendim ki, günlük yaşantımızda biteviye olan olaylar aslında boş ve anlamsız şeyler. Anladım ki zihnimi ele geçirmelerine izin vermediğim sürece, korkularıma neden olan durumların hiçbiri kendi başına ne iyi ne de kötü. Bu yüzden ben de en sonunda kararımı verdim ve… salt zihne hitap edebilecek nitelikte bir şey varsa, yani, keşfettiğimde ve kendisine vakıf olduğumda gerçekten de bana sürekli, üstün ve sonsuz mutluluğu yaşatabilecek nitelikte hakiki iyi diyebileceğim bir şey varsa, işte bu şeyi araştırmaya koyuldum.
Tanımak, anlamak, harekete geçmek gerekir. Dünya hayal kurmak için değil, başka bir şekle dönüştürmek içindir.
İnsanın duyguları denetleme ve kısıtlama güçsüzlüğüne kölelik diyorum; çünkü duygulara tabi olan insan, kendisinin değil, ama kaderinin hükmündedir; öylesine onun hakimiyetindedir ki, kendisi için daha iyi olana bakmasına rağmen, yine de kötü olana akmaya zorlanır.
Doğal durumda her kişi bir başka kişinin baskısına uğramayacak biçimde kendini koruyabildiği sürece kendinin efendisidir, ve insanın doğal hukuku her kişinin gücüyle belirlendiği sürece, tek başına herkesten sakınmaya çalışmak boşunadır, doğal hukuku korumanın güvenceli hiçbir yolu bulunmadığından, bu hukuk gerçekte varolmayacaktır. Ya da olsa olsa tam anlamıyla kuramsal bir varlığa sahip olacaktır. Elbette, kişiyi korkutan nedenler ne kadar çoksa, kişinin gücü ve dolayısıyla hukuku da o kadar azdır. Ayrıca karşılıklı yardımlaşma olmadan insanlar ne yaşamlarını sürdürebilir ne de ruhunu geliştirebilir…
Anlamak, sevmenin başlangıcıdır.
İnsan için en kıymetli olan şey gene insandır.
Monarşik yönetimin en büyük sırrı ve tüm çıkan, insanları aldatmakta ve onları dizginlemesi gereken korkuya din maskesi takmakta yatar. Onlar böylece, sanki kurtuluşları için savaşıyormuşçasına, köleleşmek için savaşırlar. Tek bir adam kibirlenebilsin diye kanlarını ve canlarını vermeyi bir utanç değil de, en büyük onur sayarlar.
Bir insan kendi iradesiyle savaş çıkarmayı başarabilir ancak çıktıktan sonra savaşı durdurabilmek için başkalarının iradesine ihtiyaç duyar.
İnsanlar her işlerini şaşmaz bir öğüde uyarak yoluna koyabilselerdi ya da talihleri her zaman yaver gitseydi, hurafenin pençesine asla düşmezlerdi. Ama sık sık öylesine bir dar boğaza sürüklenirler ki, herhangi bir öğüde kulak veremez olurlar ve çoğu zaman, ölçüsüzce arzu ettikleri, kimin başına konacağı da belli olmayan talih kuşu ardında, umutla korku arasında çaresizce gider gelirler. Bu yüzden de,’ neye olursa olsun inanmaya pek yatkın bir kafaya sahiptirler. Bu kafayı kuşkular kuşatınca, en ufak bir itki, şu ya da bu yana kolayca savrulmasına yol açar. Onu saran umut ve korku arasında askıda kaldığında ise, bu daha kolay olur. Başka zamanlarda da, özgüven içinde, gurur ve afra tafrayla şişinir durur.
Ne umut korkudan vazgeçebilir, ne de korku umuttan.
Havaya atılan bir taş düşünebilseydi, kendi isteğiyle yere düştüğünü sanırdı.
Bir insan için gerçek dünyevi mutluluk ve gerçek sonsuz mutluluk, bilgelik ve gerçek bilgiden oluşur; yoksa başkalarından daha bilge olmasından ya da bir başkasının gerçek bilgiye sahip olmamasından değil.
Kendi başına var olan ve kendisi ile tasarlanan, yani kendisini teşkil
edecek başka hiçbir fikrin yardımı olmaksızın hakkında fikir edindiğimiz
şeye cevher diyorum.
Şayet ruhlara hükmetmek dillere hükmetmek kadar kolay olsaydı, bütün hükümdarlar güvenli bir şekilde hüküm sürerdi ve zalim güç diye bir şey olmazdı. Zira o zaman bütün insanlar hükümdarlarının fıtratına göre yaşar, neyin doğru neyin yanlış, neyin iyi neyin kötü, neyin adil olduğunu neyin olmadığını sadece onların buyruklarına göre değerlendirirdi. Fakat… bir insanın ruhunun, başka bir insanın hakkına tamamen bağlı olması imkansız bir şeydir. Hiç kimse kendi doğal hakkını, yani her konuda özgürce akıl yürütme ve özgürce değerlendirme yetisini bir başkasına devredemez; dahası, hiç kimse bu bapta baskı altına alınamaz. İşte bu yüzden diyoruz ki, devlet ruhlara yöneldiğinde şiddet uygular
İnsanın şifası diğer insanlardadır.
Buradan şu sonuç çıkar ki, Tanrının varlığı da özü gibi ezeli bir hakikattir.
Özgürlük kısan hükumete karşı çıkacak iyi eğitimin, sağlam ahlakın ve erdemin daha özgür yaptığı kişilerdir.
“Eğer biri, başka biri tarafından sevildiğini düşünürse ve böyle bir sevgi için ona hiçbir neden sunmuş olduğuna inanmıyorsa, onu zorunlu olarak sevecektir…”
Gururlu bir insan olmaya en çok yaklaşanlar kendilerinden tiksinenlerdir.
Tüm kitabın iki üç cümleyle açıklanabilecek şu temel hedefini de açık ve seçik şekilde ortaya koyar: İnsan aklını şeylerin en üst bilgisine erişecek kıvama getirmek ve bu şekilde insana sonsuz bir mutluluk yaratmak.
Yeni fikirlere şaşmayın; şunu bilin ki hiçbir şey, sırf birçok kişi tarafından kabul görmüyor diye doğru olma vasfını yitirmez.
Sınırlı olan, yani kendisiyle aynı tabiatta başka bir şeyle sınırlanabilen
bir şeye kendi cinsinde sonlu diyorum. Diyelim, cisim kendi cinsinde
sınırlıdır, çünkü biz herhangi cismi tasarlasak, tasarladığımızdan daha
büyük bir cismi tasarlayabiliriz ve bu daha büyük cisim birinci cisimle
aynı tabiatta olduğu için, cismin kendi cinsinde sonlu olduğunu söylemek
doğrudur. Nitekim bir düşünce başka bir düşünce ile sınırlandırılmıştır.
Fakat cisim düşünce ile ve düşünce de cisimle sınırlandırılmamıştır.
Eğer ben doğruyu biliyorsam ve sen cahilsen, senin düşüncelerini ve yolunu değiştirmek benim için ahlaki bir görevdir; böyle yapmaktan geri durmak zulüm ve bencillik olur.
Eğer Tanrının varlığını alıkoyan ya da varlığını ortadan kaldıran hiçbir neden, hiç bir sebep yoksa, güvenle şu sonuç çıkarılabilir ki, Tanrı zorunlu olarak vardır. Halbuki, Tanrının var olmasını alıkoyan hiçbir neden, hiçbir sebep yoktur.
İnsanın kendi duygulanışlarını yöneltme ve azaltmadaki güçsüzlüğüne kölelik diyorum, gerçekten, duygulanışlara bağlı olan insan kendi kendisine sahip değildir, fakat kendi üzerindeki gücü çoğu kere baskı altında olmasına ve en iyisini görerek en kötüsünü yapmasına sebep olan bir servete sahiptir.
Öyle ki, doğanın mucizelerinin gerçek nedenlerini araştıran ve doğal olaylara bir budala gibi hayretle bakmak yerine onları bir âlim gibi anlamaya çabalayan insan; avamın, doğanın ve tanrıların yorumcuları olarak taptığı kişilerce dile düşürülür ve sırtına sapkın ya da dinsiz yaftası yapıştırılır.
Tanrıdan başka cevher olamaz ve tasarlanamaz.
Söylediğimiz gibi, bir nevi ezelilikle Bedenin özünü ifade eden bu fikir,
Ruhun özüne ait olan ve ezeli olan bir düşünme tarzıdır. Bununla birlikte
Bedenden önce onun var olduğunu hatırlamamız imkânsızdır, çünkü Bedende
bu varlığın hiçbir izi bulunamaz ve ezelilik zamanla tanımlanamaz
ve zamanla hiçbir münasebeti olamaz. Bununla birlikte, biz duyuyoruz ve
deneyle biliyoruz ki ezeli varlıklarız, çünkü Ruh bu şeyleri hafızada olanlar
kadar zihnin bir fiili ile de tasarlıyor. Şeyleri görmesine ve gözlem yapmasına
yardım eden Ruhun gözleri, kendi başlarına kanıtlamalardır. Öyle ise
her ne kadar Bedenden önce var olduğumuzu hatırlamıyorsak da, bununla
birlikte Bedenin özünü bir nevi ezelilikle kuşatması bakımından Ruhumuz
ezelidir ve Ruhun bu varlığı zamanla tanımlanamaz ve süre ile açıklanamaz.
Öyle ise Ruhun sürüp gittiği söylenemez ve onun varlığı ancak,
Bedenin şimdiki (actuel) varlığını kuşatması bakımından gerekli bir zaman
ile tanımlanabilir ve onda yalnız bu ölçüde şeylerin varlığını zaman bakımından
gerektirme ve onları süre içinde tasarlama gücü vardır.
Eğer doğal nedenleri bilmezsek tanrısal gücü bilmeye kalkışmak abestir, çünkü tanrısal güç ve doğa yasaları bir ve aynı şeylerdir.
Sırf kendi tabiatının zorunluluğu ile var olan ve etkinliği yalnız kendisi
ile gerektirilmiş bulunan şeye hür diyorum. Kesin ve gerektirilmiş bir şart içinde var olmak ve etki yapmak için kendisinden başka birisiyle gerektirilmiş olan şeye zorlama (cebrî) diyorum.
Aslında, insan zihninin “farkında” olduğu sadece kendi bedeni değildir. Zihin, aynı zamanda, kendisininde farkındadır. İnsan bir şeyi bilir (yani bedenine yaptığı etkiyi bilir), ama aynı zamanda, bildiğini de bilir, bildiğini-bildiğini de bilir.
Var olan her şey ya kendisinde, ya da başka bir şeyde (vel in se vel in
alio) vardır.
Havaya atılan bir taş düşünebilseydi kendi isteğiyle yere düştüğünü sanırdı.
Herhangi sonsuz ve ezeli bir özü ifade eden sonsuz sıfatlardan kurulmuş
cevher ya da Tanrı zorunlu olarak vardır.
Paranın hakiki kullanış yolunu bilenler ve servetlerini yalnız ihtiyaca göre kurala koyanlar, az şeyle memnun yaşarlar.
On dördüncü önermeye göre, Tanrıdan başka cevher yoktur ve tasarlanamaz,
cevher denince (tanım 3), kendi başına var olan ve kendi
kendisiyle tasarlanan şeyi anlıyorum. Başka bir yönden, cevherin tavırları
ve duygulanışları cevhersiz var olamaz ve tasarlanamaz, çünkü (tanım
5) onlar ancak cevherde vardırlar; buradan şu sonuç çıkar ki, hiçbir tavır
Tanrının tabiatı dışında var olamaz ve tasarlanamaz ve her biri yalnız
Tanrının tabiatında olabilir ve onunla tasarlanabilir. Tanrı var olan biricik
cevher olduğu ve var olduğunu gördüğümüz hiçbir şey asla cevher
olmadığı için, öyle ise bu şeyler zorunlu olarak tavırdırlar ve her tavır,
kendi cevherinde vardır; buradan şu sonuç çıkar ki, var olan her şey
Tanrısız ne var olabilir ne tasarlanabilir.
Bir hükümet söz özgürlüğünü ne kadar kısmaya çalışırsa, ona o kadar karşı konur;bu karşı çıkış elbette açık gözlülerce değil, iyi eğitimin, sağlam ahlakın ve erdemin daha özgür yaptığı kişilerce olur. Hakikat diye inandıkları görüşlerin, yasalara karşı suç olarak kabul edilmeleri kadar insanların hoş göremeyecekleri şey yoktur. Bu gibi durumlarda, yasalara nefretle bakmayı ve hükümete karşı elinden geleni yapmayı saygıdeğer hareketler olarak düşünürler.
Buradan ikinci olarak şu sonuç çıkar ki, Tanrı değişmez ve onun bütün
sıfatları da değişmezler; zira varlığına göre değişmiş olsalardı, önceki önermeye
bakılacak olursa, öz cihetinden de değişebileceklerdi, yani doğrular
yanlış olabileceklerdi ki, bu da saçmadır.
Hür bir insan hiçbir şeyi ölümden daha az düşünmez ve onun bilgeliği ölüm hakkında değil, hayat hakkında derin bir düşüncedir.
Tanrının insan gibi can ve tenden, ruh ve bedenden birleşik olduğunu,
onun gibi pasif hallere, edilgilere konu olduğunu tasarlayan kimseler vardır.
Fakat şimdiye kadar söylemiş olduğum şeyler bu türlü kimselerin ne değin
aldandıklarını ve Tanrının tabiatı üzerinde doğru bir fikre sahip olmaktan
uzak bulunduklarını yeteri kadar öğretmiştir. Kaldı ki, bu çeşit filozofların
üzerinde durmayacağım. Çünkü, gerçekten Tanrının tabiatı üzerinde biraz
düşünmüş olanların hepsi, Tanrının asla cisimsel, tensel olmadığını kabul
ederler ve bunu çok haklı olarak cisim ve ten için edindiğimiz kavramlarla
kanıtlarlar. Çünkü cisim deyince uzun, geniş ve derin bir nicelik ve her
yönden sınırlanmış olan bir şekilden başka ne anlıyoruz? Halbuki saçmalığa
düşmeden, bu fikirler mutlak olarak sonsuz bir varlık olan Tanrıya
tatbik edilebilir mi? Bununla birlikte, Tanrının asla cisimsel olmadığını
kanıtlamak için kullandıkları başka sebeplerle, bir yönden cisimsel ya da
uzamlı cevhere Tanrının tabiatı ile asla uzlaştırılamaz gibi baktıklarını
gösterdikleri gibi, öte yandan bu cisimsel, tensel cevheri yaratanın Tanrı
olduğunu kabul ederler. Fakat ileri sürülen bu yaratmanın nasıl ve hangi
güçle meydana gelebileceğini asla bilmezler, bu da açıkça gösterir ki yaratmadan
söz ettikleri zaman, ne söylediklerini kendileri de bilmiyorlar.
Tanrının hiçbir edilgisi, pasif hali yoktur. O hiçbir sevinç ve keder duygulanışı duymaz. Bunun sonucu olarak Tanrının hiç kimseye karşı kini ve sevgisi yoktur.
Gerçekte hiçbir devlet önemli herhangi bir değişiklik olmaksızın Türkler’in devleti kadar uzun süre ayakta kalmadı ve buna karşılık hiçbir site halk siteleri ve
demokratik siteler kadar az kalıcı olmadı ve en çok ayaklanma bu sitelerde görüldü.
Mutluluk erdemin ödülü olmayıp kendisi bir erdemdir. Biz mutluluktan tutkularımızı engellediği için haz duymaz; tersine, mutluluktan haz duyduğumuz için tutkularımızı engelleyebiliriz.
Sevginin ölçüsü , ölçüsüz sevmektir
İnsanlar, eylemlerinin bilincinde olup bu eylemleri belirleyen nedenlerden habersiz oldukları için özgür olduklarına inanırlar. İnsanlar, eylemlerinin bilincinde olup bu eylemleri belirleyen nedenlerden habersiz oldukları için özgür olduklarına inanırlar.
Bir devletin durumunu kolayca kavrayabilmek için bir toplumsal yönetimin hangi amaca göre kurulmuş olduğunu göz önüne almak gerekir; Bu amaç barıştan ve yaşam güvenliğinden başka bir şey değildir. Buna göre en iyi yönetim, insanların, yaşamlarını uyuşum içinde sürdürdükleri ve yasaların şiddete başvurulmadan gözetildiği yönetimdir.
İnsanlar, bize zarar verdikleri için değil; yaptıkları haksızlıklarla ruhumuzun ışığını söndürüp içimizdeki kötülüğün başkaldırmasına sebep oldukları için korkunçlar.