Can Dündar Sözleri
Kendisi bir araştırmacı ve gazetecidir. Aynı zamanda televizyoncudur. Bir çok alanda yazınsal işlerle uğraşan isimlerden biridir. Cumhuriyet gazetesinin de genel yayın yönetmenidir. Can Dündar belgeselleri bir çok konuya değinmiş ve izleyici tarafından dikkat çekmiştir. Ankara doğumludur. Bir çok farklı gazetesinin bünyesinden çalışmıştır. Can Dündar yazıları bu gazetelerde yer almıştır. Can Dündar Kitapları genel ve modern topluma değinen yazılar içermektedir.Can Dündar Köşe yazıları bir çok kişi tarafından takip edildi. Şuan gündemde ismi kilit olarak yer alan isimlerden biri fakat siyasi karakterinden çok şuan kitaplarında yer alan sözlere aşağıda yer verilmiştir. Can Dündar resimli sözler ve Can Dündar facebook kapak fotoğraflarına sitemizden ulaşabilirsiniz.
”Kadınmış derler adamı deli eden. Sen ne dersen de, yine kadındır deliyi de adam eden.”
Hayatımda biri yok, birinde hayatım var” diyebilmektir aşk.
“Eskiden her gün yaşanacak bir şey vardı,
Herkes kendi düşünü kurar,
Kendi hayatını oynardı.
Şimdi, herkes
Yoğun,
Yorgun
Ve
Tek başına…”
Aslında yanlış kadın yoktur. Sadece ters istikametten gelen erkek vardır. Çünkü aşk erkeğe yakışır, kadın zaten aşktır.
Yargılanmak, gazeteciliğin fıtratı oldu. Ben gidip yargılanayım, sonra görüşürüz.
Ne ikna edici bir intihar girişimidir, şimdi seninle göz göze gelmek!
İnsanlar sevilir, eşyalar ise kullanılırdı. Gün geldi eşyalar sevilir, insanlar kullanılır oldu.
Eskiden mendiller âşıkların gözyaşlarıyla ıslanırdı şimdi ise gerçek âşık kalmadığından fabrikadan ıslak çıkıyor…
Rüyanda görüyorsan onu, özlemişsindir. Rüyanda görmek için yatıyorsan, sevmişsin demektir.
Sıcak bir ele ihtiyacın olduğunda diğer elini tut. Kimseden fayda yok bu devirde!
”Sizin durup , soluklandığınız ve kendinizi toparlayabildiğiniz kaç adanız var çevrenizde ve…
Durup, sığınmak ve kendilerini toparlayabilmek gereksinimi duyan kaç dostunuz için siz bir adasınız?”
Aşk, ‘seni seviyorum’ cümlesinin zamanla ‘kendine iyi bak’ kelimesine dönüşünü işleyen geçici bir yalandır.
Yanında seni ısıtacak biri varsa, üşümek gerçekten güzeldir.
Hayat ne kadar güzel olurdu; insan hem ‘âşık’, hem de ‘sadık’ olmayı becerebilseydi.
Dünyanın en zengin petrol bölgesi üzerinde, devlet tecrübesi olmayan bir millet devlet kurmaya kalkarsa, elbette bütün güçler onun üzerinde nüfuz sahibi olmaya çalışır. Bunca fırtına ondan
6 milyar insanın içinden yalnızca birini seversin. Sonra onun sevilmeye layık olmadığını anlarsın, bütün dünyayı suçlarsın.
Hayat ne kadar güzel olurdu;
İnsan hem ‘aşık’, hem de ‘sadık’ olmayı becerebilseydi.
Bakakaldım peşinden; ne gözümü alabildim, ne göze alabildim.
Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın…
“Nereden çıktın bu vakitte” dememeli,
Bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında;
“Gözünün dilini” bilmeli;
Dinlemeli sormadan, söylemeden anlamalı…
Artık yaşanmak için değil ayrılmak için yaşanır oldu aşk. Ve terk etmeler yetmezmiş gibi birde emir verilir. Kendine iyi bak…
Aşk ‘sabır’dır belki, ama asla ‘tahammül’ değil…
Yanında seni ısıtacak biri varsa, üşümek gerçekten güzeldir.
Bu ülkede gazetelerin 2. sayfasında ünlülerin nasıl yaşadıkları, 3. sayfasında ünsüzlerin nasıl öldükleri yer alır.
Özlemek elbette kavuşma ihtimali varsa güzel. Ancak ayrılıkları bile özel kılan tek şey; o’nun da bir yerlerde seni özlediğini hissedebilmek.
Kendimi ayırt etmeden söyleyeceğim; bazen erkek soyu midemi bulandırıyor. “Kadın kokusu”, taze ete susamış bir sırtlana dönüştürüyor bizi… Gözümüzü kör ediyor; başımızı döndürüyor. Amerikan başkanından hocasına, kör cahilinden okumuşuna, kılıbığından “Taşfırın”ına kadar böyle bu..
Sen öylesine, o kadar bensin ki… Ah nasıl anlatsam, boşuna bu çabalarım, doğru kelimeleri aramalarım. Ne kitaplar yazıyor, ne de sözlüklerde karşılığı var sana olan sevdamın.
Babalık için uçurtma almak yetmez , birlikte uçurmak gerekir.
Ne garip. İnsanın hayatı soruyla başlayıp, soruyla bitiyor: Adını ne koydunuz? Merhumu nasıl bilirdiniz?
Savaşın soluğu, ilkin çocukların minik enselerinde hissedildi.
Ya siz?..
Utançla karışık bir endişe duymuyor musunuz haberleri izlerken…
Anlık yaşıyoruz bir yerde, hemencecik gönülden seviyoruz! “Anlık da olsa sevmek güzel de, yoksa kendimizi mi kandırıyoruz.
“Savaşı bilen, savaştan korkar”.
Hayattaki en güzel şeyin çocuk olmak olduğunu bile bile, neden ‘büyüyünce ne olacaksın?’ diye sorulur ki.
ama unutmayın ki, ölüm döşeğindeki birinin ‘Keşke işime biraz daha zaman ayırabilseydim’ dediği duyulmamıştır.
Durup dururken, alakasız bir zamanda arayan eski sevgililer ikiye ayrılır: canı çekenler ve acı çekenler
” Çok akıllı olmadım hiç. Yanlış atlara çok oyunlar oynadım. Kulağımdan kar suları eksik olmadı. Sürüden ayrılan koyunları sevdim hep.Bir de kendi bacağından asılmayanları.Kendimle yaşadım en büyük kavgalarımı. İçimdeki çocuklar tahterevalli oynadı hayatla; ben seyrettim. ”
Tamam, beni sevmesin; ama hiç kimse ona dokunmasın.
Sevgiyi koydum kum saatinin dolu dizgin akıp giden kumlarının her bir zerresine. Çünkü bir tek sevgi var elimizde; bunca yıldan damıtılıp gelen. Yine bir tek o kalacak, yaşanacak yıllarından geriye. Bir tek sevgi olacak bunca telaştan artakalan. Ötesi yalan.
Mademki siz böylesine tutkunken o hep başkalarını seçmiştir mademki kıymetiniz. Bilinmemiştir o halde günah sizden gitmiştir.
Asırlardır aynı mekanda buluştuğu herkesle selamlaşıp konuşmaya alışmış insanoğlunun , çağımızda kendi soyuna yabancılaşmasının ve külliyen suskunlaşmasının en sembolik mekanıdr asansör…
O yokken hayır sevmiyorum, unuttum deyip, onu görünce elin ayağın birbirine dolanıyorsa; âşıksın işte.
Sayın paşam, oğlumun hayatının izalesi ile bu ülkede özlenen ve beklenen huzur ,sükun ve ülke insanının problemlerinin çözüleceğine kani bulunsaydım,şu anda oğlumun genç kanını yüce milletime helal ederdim
Sevgilisinden ayrılan bir erkeğin suratının rengi değişir, kadının ise saçının rengi.
“Özlemini çektiğimiz o şey her ne idiyse
Sevildiğini bilmek,
Bir vicdan rahatlığı,
Bir tabak pilav,
Bir sağlıklı nefes,
Hayat bu işte; basit, küçük bir hadise.”
Sevgili dediğin güzelliğiyle seni kendine âşık eden değil, sana kendin olabilme şansını verendir.
Aşk devrimcidir.
Otorite, düzen, nizam tanımaz.
Coşkuyla çarpan iki kalbin yarattığı etkiye hiçbir direnç dayanmaz.
Sınırlar harp içindir; aşk sınırdan anlamaz…
Yaş, sosyal statü, renk, ırk, din, cins, dil, mezhep, milliyet farkı, tutkuya mani olamaz.
Sağlam bir kalçanın, sağlam bir kafa’dan daha çok prim yaptığı bir ülkede yaşıyoruz.
Ten derde ilaç olur: ölüm, ayrılığa yeğ tutulur.
Seven iki yürek, ayrılmaya zorlandıkça birleşir.
Aşk, yalnızca içeriden yıkılabilen bir kaledir. Sadece aşıkların birbirini yemesiyle yok olur.
Onunlayken pervaneleşen yelkovanlar, onsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain…
Dünyanın en güzel yeri onun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse…
Bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez, özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa…
Kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü…
Hem kimseler duymasın hem cümle alem bilsin istiyorsanız…
Uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa…
Seven değil sevmeyi bilmeyen bilir ‘seviyorum’ demeyi. “Seven ise gerek duymaz buna, çünkü o sevdiğinin gözünden anlar her şeyi.
Denize düştük diye yalana, yılana sarılmanın âlemi yok. Dirayetle, yüzmeyi öğrenmemiz gereken günlerdeyiz.
Kadınmış derler adamı deli eden. Sen ne dersen de, yine kadındır deliyi de adam eden.
Mutsuzluk korkusu, bu kuşağın hastalıklarından biri..
Reklamlar, diziler, filmler, çevremizde öyle bir mutluluk bolunu şişirdi ki, uçup gidişini hayranlıkla izlediğimiz bu balon, bir türlü binemediğimiz, umutla beklediğimiz bir hasrete dönüştü.
İdealize ettikçe şişen talepler, çekingenliği büyüttü.
Mutluluk beklentisini abarttıkça mutsuz olduk.
Erkek adam ağlamaz denir ya, sakın inanma! Unutma ki, erkek adam ağlamayan değil, bir kadını ağlatmayandır aslında.
Annem, “Gördün mü çocuğumu?” diye sordu.
“Gördüm, sarıldım,” dedi babam…
“Nasıldı?”
“Boynunda bir morarmışlık vardı. İp izi…”
Günlerce ağladı annem; günlerce ağladı.
Her seferinde canını acıtsa bile, hiç kimse ‘O’ olamıyorsa ve canının yanacağını bildiğin halde yine de seviyorsan, aşk bu işte.
Önce Leylekleri Vurdular
Leylekleri vuruyorlar Mezopotamya’da… Savaşa havalanan uçakların motoruna girip tehlike yaratmasın diye kurşunluyorlar göçmen sürülerini… Buradan kovuyorlar. Doğal Hayatı Koruma Derneği “Yapmayın” demek için başvurmuş incirlik komutanlığına… Ama nafile!.. Tüyden kanatlıların ölmesi gerek, çelik kanatlılar uçabilsin diye semada… O kuşlar ki seyyahıydı bu toprakların; daha bizler gelmeden…
Seni ölene dek seveceğim boş laf! Ben seni sevdikçe ölmeyeceğim.
” Pencere önünde oturup babalarının eve dönmesini bekleyen çocuklar çağından, ekran başında oturup çocuklarının eve dönmesini bekleyen babalar çağına geldik. ”
Yeterince dürüstseniz, fazlasıyla âşık ve gerçekten seviyorsanız; hazırsınız demektir: artık mutsuz olabilirsiniz.
” Bir gün babanı kaybedersen , Allah’ın yarattığı kadınların en iyisi olan annen için , çok fedakar , çok sadık ol. ”
Belki kimse olmayacak senin gibi; ama sende olmayacaksın eskisi gibi.
Annemin bize anlattığı bir başka dalgınlık hikayesi de şu: Bir gün ikisi beraber bir alışveriş için Üsküdar Meydanı’na inmişler. O sıra, taşıma işinde kullanılan at arabaları vardı. Deniz Abim yine yolda yürürken dalmış ve arabayı çeken atla çarpışmış. Tabii boyu uzun olduğu için atla suratları birbirine tokuşmuş ve at kısa sürer bir sersemlik geçirmiş. Bunun üzerine arabacı, “Hoop delikanlı, önüne dikkat etsene, atı perişan ettin!” diye bağırmış. Annem zaman zaman bu olayı da gülerek anlatırdı.
Bazen insan; ben iyiyim’ dediğinde gözlerinin içine bakıp iyi değilsin biliyorum diyecek birine çok ihtiyaç duyar.
“Karlı bir şubat sabahı Ayaş’ta gözlerini açtığın zaman ilk işin ağlamak olmuştu.
Şimdi anlıyorum; çünkü karşında yaratık olarak ilk bizi görmüştün:
İnsanları….
Yani bütün istikbalini onların mutlu olmaları uğrunda feda edeceğin insanları…
Canavarların en korkuncu olan bizleri…
Tanrı’nın bahşettiği zeka ve yetenekleri, zehirli birer hançer gibi hemcinslerinin azap çekmesinde kullanan uygar yaratıkları…
Onları gördün ve içinden, “Ben bütün ömrümü bu nankör yaratıklar arasında mı geçireceğim,” diye düşündün.
Onun için ağladın.”
Geçmiş yaşanmışlıklarınız hala canınızı yakabiliyorsa; geçmemiş demektir
İki kadın birleşince dedikodu yapar diyen erkek, başka bir erkekle kafa kafaya verince atom altı parçacıkları mı tartışır?
Eskisi gibi olsa aşklar. Kız, sevdiği erkeğin elini tutmaya utansa. Erkek, sevdiğinin gözlerine bakmaya kıyamasa.
İNSAN PARAYI BOZMUYOR , PARA İNSANI BOZUYOR !
Karşındakine sevgini, aşkını verecek kadar yüceyse hislerin. Başkalarına bakmayı düşünmemeli gözlerin.
” Oyuncaklar…çocuklarımıza ayıramadığımız vakitlere karşı verdiğimiz rüşvetler… Oysa oyuncaktan çok , onların birlikte oynayacağı bir babaya ihtiyacı var … tıpkı babaların hediyeden çok , ziyaretine gelip onlarla dertleşecek çocuklara ihtiyacı olduğu gibi… ”
Günümüz insanı aşka âşık, aşığa değil! Âşıkların kısa dönem askerlik gibi kısa sürmesinin nedeni herhalde bu. Zaplanan âşıklar dönemi bu dönem!
Kafasını çalıştıranların kafasını koparırken, kalçasını çalıştıranları baş tacı eden bir ülkeden ne bekleyebiliriz ki…
Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın, her baş ağrılı bir kadının arkasında kesinlikle bir erkek vardır.
Canının yanacağını bile bile yine de seviyorsan; Aşk bu işte..
Hayatın bir yarış değil, her saniyesinin tadı çıkarılması gereken güzel bir yolculuk olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Dün tarih oldu… Yarın bir sır… Bugünün kıymetini bilin.
” … Daha kaç gemi var içinde olmak isterken ardından el sallayacağımız …”
Sırf sevgilinin yüzü gülsün diye, bazen saçmalamayı göze almaktı aşk…
İnanılmaz bir ülke bu Türkiye!..
Bir sürprizler diyarı…
Sanıyoruz ki çok paramız, sürekli yükselen bir kariyerimiz, bahçeli bir evimiz, spor bir arabamız olunca biz de çok mutlu olacağız.
Sonra ansızın bir sevgili. Çok buruk bir duyguydu bu .Sevgilinin gülüşü, oturuşu, düşünüşü.
Duymak istediklerini değil, duyman gerekenleri söyleyebilme cesareti olan insanlar olmalı yanında.
Güç hak yaratmaz. İnsan ancak haklı güce boyun eğmelidir.
Hazırım ben arkadaş! Aşkın acısı da güzel, tatlısı da iş, uğruna tüm bunları göze aldığın gerçek aşk’ı bulmakta.
“Dün akan Müslüman kanıydı, bugün de akan, yarın da akacak olan ne yazık ki fakir fukara, zavallı, kimsesiz bir halkın kanıdır. İsyan edilecek nokta budur.”
Her aşkta kendimizi ararız, o yüzden bulduklarımız benzerimizdir.
Gazeteler, yeni ayrıldığı altı yıllık eşinin genç bir sevgili bulduğunu yazdı. Yeni sevgililer, objektiflere yakalandı. Fotoğrafları çarşaf çarşaf yayımlandı.
“Çocuklu kadına yakıştı mı?” sorusu hemen eski eşe soruldu. Bir polemik çıkar, diye umuldu. Ama Cem Özer, erkeklik raconunda dönüm noktası sayılabilecek bir yanıt verdi. Dedi ki:”Geriye çekilip baktım; ortada benimle alakalı bir şey olmadığını gördüm. Eski eşimin hayatına karışıp yargılamam nasıl mümkün olur. Bana, aldığı her kararda onu desteklemek düşer. Toza bulanırım, yine de onu toza kondurmam. Kaldı ki onu gülerken görmek hoşuma gitti. Mutluysa bana ancak halt etmek düşer.”
Şu cümleleri kuramadığı için kaç erkek melankolik, alkolik, katil, mahkum oldu kim bilir?.. Ve kaç kadın huzurundan, evinden, işinden, canından oldu.
Bir arkadaştan sevgili olabilir, fakat seven kalp asla unutmaz: işte bu yüzden sevgiliden arkadaş olmaz.
‘Tam yatmıştım ki aşağıdan sesler duydum.
Birileri konuşuyordu.
Koşarak inip baktım.
Orhan Kemal masa başında Nazım’la sohbet ediyordu.
Az ötede Dostoyevski, Cervantes’e mapushane anılarını anlatıyordu.
Aziz Nesin pencerenin kenarında Sabahattin Ali’ye yeni dergi planını açıyor, bir köşede Uğur Mumcu’yla Ilhan Selçuk gazeteyi konuşuyordu.
Dünyanın her yerinde baskıya, zulme hukuksuzluğa karşı savaş verenlerin uğrak yeriydi burası…
Yazarlığın kütüphanesi, insanlığın ortak evi…
Gazeteciliğin mecburi durağı, muteber mertebesi…
Bunun bilinci ve gönül rahatlığıyla girdim yatağa… Haklılığımla ısındım.
Bekçi düdükleri arasında uzun alkışları ve hıçkırıkları işittim.
Gece kısaydı.
Sabah yakın.
Merhaba gözyaşı sarayım,”değerli yalnızlığım.”‘
Bazen ne onunla yapabilirsiniz, ne de onsuz. Ne terk edebilirsiniz, ne de yeniden sevebilirsiniz; sürünür gidersiniz.
Hani insan bazen ne ileri, ne geri tek bir adım atamaz ya..
Birini yanında tutmayı bilmez ama onun yokluğunu da istemez.
Kaybetmeyi göze alamaz ama kazanmak için mücadele etmez.
‘Bağlanmaya cesaret edemez ama ondan tamamen kopmayı da beceremez’.
Ne sevilmekten vazgeçer, ne sevmeyi bilir.
Hani çok sonra zaman geçer savrulurlar ya,
O zaman dökülür dudaklardan, itiraf edercesine;
Ne gözümü alabildim, ne göze alabildim ..
Aşk sabırdır belki, ama asla tahammül değil.
Siz mi yazdınız?
“Evet.”
Hemen buracıkta mı?”
“Hayır. Uzun yıllar var ki bir şey yazmıyorum.”
“Neden?”
“Söyleyecek bir şeyim kalmadı da ondan.”
Oysa söylenecek şey, her daim vardı.
Zor olan, söylenecek kişiyi bulmaktı.
Zaman, bu hükmü doğrulayacaktı.
Aşk sevmesini bilen için vardır ve karşılıksızdır. ‘Ne kadar seversen o kadar severim’ gibi düşünmek aşk değil, tüccarlıktır!
Ne garip… Çocukken yarın neler oynayabiliriz diye düşünürdük. Şimdi ise yarın hayat bize neler oynayacak diye düşünüyoruz…
Sonunda üzülmemek için âşık olmayanlar, tuvalete gitmemek için yemek yemiyor olmalı.
Burada ölen yalnızca benim bedenimdir ,ki zaten ölümlüydü,ölecekti.Ama düşüncemi öldüremeyeceksiniz,ölmeyecek,yaşayacak .
Erkek şöyle düşünür: isterse başkasını sevsin, yeter ki sevişmesin. Kadın şöyle düşünür: isterse başkasıyla sevişsin, yeter ki sevmesin. Çünkü kadına göre vücudun merkezi yürek, erkeğe göre etek.
“Seni ölene dek seveceğim” boş laf,
Ben seni sevdikçe ölmeyeceğim!..”
Geçmişe mazı derler, unuttum gitti’ der bazıları. Arkadaşım geçmiş, geçmişte kalsaydı ise alırken bile geçmişine bakmazlardı!
Büyüme yaşı küçüldü. Ve çocukluk yok oldu.
Kadınlar kendini güldüren erkekten hoşlanır sözü yalandır unutma. Çünkü kadınlar, sadece hoşlandıkları erkeklere güler aslında.
Bir suç işlediğimiz kanısında değildik ;tersine ,bir suçu deşifre edecektik.
Artık başka biri alacak yerimi. Ve biliyorum zamanla unutacaksın beni, ama son kez düşün; sevebilir mi seni, benim sevdiğim gibi.
Çek yazar Julius Fucik asılmadan önce ,hücresinden dışarı karçırdığı notlarda soruyor:
” İnsanlık ilerleyebilmek için kaç bin hapishane hücresinde volta attı acaba ? Ve daha kaç bin volta atması gerekecek…’
Bu günlerde aklıma gelen başıma geliyor nedense, birde gönlümden geçen yanımda olsa keşke.
” Dayan çocuk !
Güzün, yaza dönecek yakında…
Hep böyle gitmez ya bu ülke… ”
Eğer unutmak yedi harfi yan yana getirmek kadar kolay olsaydı, biz de beş harfi yan yana getirir mutlu olurduk.
Artık eskisi gibi her hafta sonu birileri ile dışarı çıkmak istemiyorum. Beni yoran ilişkiler, yeni tanışmalar, yeni yüzler aramıyorum. Eski dostlukların da özetini çıkarmaya başladım.
İlişkilerde tasarrufa gidiyorsun her şeyde olduğu gibi ve gereksiz insanları hayatından atmak istiyorsun.
Yapmacık, inanmadan konuşmak istemiyorum artık.
Beni anlamayanlarla konuşmak cümle kirliliği yaratıyor ve hak edenlere saklıyorum enerjimi.
İstediğime istediğimi deme özgürlüğüne sahibim, eleştirme hakkını oluşturan yaşamışlık ve yeterli yaş faktörü artık bende de var.
‘Ben demiştim’ ,’ben bilirim’, ‘ben zaten anlamıştım’,
Sendromunda olanlarla arkadaşlıkları bir kez daha sorguluyorsun. İlişkilerini sadeleştirmeye başlayınca sıra iyi ve kötü gün dostlarını ayıklamaya geliyor. Kötü gün dostlarını belirliyor ve onlara daha çok önem veriyorsun.
İyi gün dostu bulmak ne kadar kolaysa kötü gün dostu bulmak bir o kadar zor, biliyorum.
Dostlar ihtiyaç olduğunda göçmen kuşlar gibi sıcağa uçuyor ve sadece seninle birlikte sürüden ayrı düşenler kalıyor.
Zamanın ne kadar kıymetli olduğunu öğreniyorsun buralara kadar gelirken.
Uzun düz otobanlardan olduğu gibi, kestirme bozuk yollardan da ulaşabilirsin hedeflerine.
Kestirmeleri de öğrendim gide gele.
Boş geçen her saniye değerli artık.
Daha yapılacak çok şey var ama, kendimi çok yormaktan çok hırpalamaktan yana değilim.
Gerektiğinde ‘HAYIR’ demeyi öğrendim ve bu kelime başta karşındakine kırıcı gelse de senin için hayat kurtarıcı olabiliyor.
Sevgiye önem vermek gerektiğini, zamanı geldiğinde elinde sadece sevginin kalacağını biliyorum.
Sevgi paylaşıldıkça oluşuyor, olgunlaşıyor.
Aileme ve seçtiğim tüm dostlarıma daha önce göstermediğim sevgi, anlayış ve ilgiyi gösteriyorum. Biliyorsun ki gidenlerin ardında sadece iyilikler kalıyor, ne kadar sevgi dolu olduğu hatırlanıp anılıyor.
Bana çok genç olduklarını hatırlatırcasına nedense tecrübelerimi, fikirlerimi sormaya başladılar.
Vereceğim cevaplar belki çok anlamsız geliyor ama yine de dinliyorlar ama ben biliyorum ki yasamadan hiçbir şey öğrenilmiyor.
Yaşanmışlığın oluşturduğu bir alçak gönüllülükle gülüyorum içimden sadece.
Artık daha şık giyiniyorum, senelerle birikmiş dolaplar dolusu kıyafet var ve bunları kendimle paylaşmalıyım.
Önce kendine güzel görünmelisin, kendi zevkime göre giyinmek istiyorum, böyle hissediyorum.
Modaya uymak adına popumun sığmadığı düşük bel pantolonlara sığmıyorum diye kendimi üzme tercihini de kullanabilirim .
Ayıp, günah ya da ne derler korkuları çoktan geride kaldı.
Dostlarıma, kendimize yemek yapmak hoşuma gidiyor. Mutfak eskiden bir zulüm iken şimdi zevk aldığım mekanlar arasına giriyor.
Farklı lezzetler denemek güzel ve kendi lezzetimi kendim de yaratabileceğim belli bir damak zevkim ve mutfak kültürüm oluştu.
Sonra Sezen’in şarkısındaki gibi anneni daha sık düşünüyorsun ve hatta anlıyorsun.
İşte bu yeni alışmaya başlanan ve giderek hoşa giden yeni duruma olgunluk deniyor.
Yaşamışlığın, görmüşlüğün, geride kalmış üflenmiş doğum günü mumlarının bir sonucu kendiliğinden ortaya çıkıyor hayatın bir dönemecinde bu olgunluk.
Ne zaman dersen herkese göre, ne kadar dolu yaşadığına göre değişiyor bu olgunluk çağına ermek.
İnanın bana hayattaki düşüşler, zor alınan virajlar bu zamanı hızlandırıyor.
Kendi dünyanın küçüklüğünü keşfetmek ve buna rağmen kendinin kıymetini bilmek çok ise yarıyor.Bir gün hepimizin bu huzurlu olgunluğu bulmasını diliyorum.
Ve aşk; o omzuna yattığında, rahatsız olmasın diye kılını bile kıpırdatmamaktır.
Bir gün nehirler gibi çağlıyarak derinden
Dağlardan, ormanlardan sana akacak mıyım?
Ey deniz, şöyle bir gün sana bakacak mıyım,
Elma bahçelerinden, fındık bahçelerinden?
Gerçekten seviyorsan eğer, mesafeler anlamını yitirir. Ne bakabilirsin gözlerine ne de dokunabilirsin; ama hep hissedersin
Bir “kurbağa testi” nden çıktı gençliğimin bitiş düdüğü… “Cadı masalları” çağındayız, kötülerin şiirlerini söylüyor şarkılar.
Herkes aşktan şikâyetçi, kaçımızın aşk hayatı iyi gidiyor? Ve eminim hiç kimse yanlışın nerde olduğunu bilmiyor.
Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
Gittiler akşam olmadan ortalık karardı.
Depresyonun ve yalnızlığın çağında, sabırsızlığın da, uyumsuzluğun da, dertleri yenmenin de, hayata direnmenin de, hep beraber gülebilmenin de yegâne reçetesi iletişimdir. Hapı yutmadan, konuşun.
Yıllar yılı kalemimize kan olmuş mürekkep, şimdi sicil kaydımızı tutuyordu.
Her ilin plaka kodunu ezbere bilip, özel günleri unutabilen zekâ kapasitesine sahip insana Türk erkeği deniliyormuş.
Hayatın akışı böyle…
Yeter ki “keşke”ler olmasın finalde…
Unuttum dersin çevrendekilere; ama unutmadığını bir tek sen bilirsin. Aşk öyle bir şey işte gitse bile unutamıyorsun yine.
Babalar, çocuklarının doğumuyla büyür; çocuklarsa babalarının ölümüyle..
Kafasını çalıştıranların kafasını koparırken, kalçasını çalıştıranları baş tacı eden bir ülkeden ne bekleyebiliriz ki.
Bütün varoluşunu Beni beğenecekler mi? Beni seviyor mu? Rahatsız eder miyim? kaygısı üzerine kuruyorsan, bil ki sonun hüsran. Bir küçük serzeniş, sıradan bir tenkit ya da kadirbilmezlik, acılar pahasına kurduğun o mükemmel kaleyi yerle bir edebilir. Ölüm ilanını kaleme alacağına azat et kendini.
Herkesin yüzüne gülersen; adın bir şeylere çıkar. Suratını asarsan; burnu havada kaşıntı olursun. Çünkü Türkiye’de kadınsın.
Belki bir bebekten bir katil yaratan “karanlık”ın da ilk nedeni “sevgisizlik”tir.
Hem tuzağımız hem ilacımız aşk…
Hem kurtarıcımız hem cellatımız…
En büyük sevincimiz en derin acımız…
Şu halimizin müsebbibi ve yegane çaresi…
İçine rasgele atılmış eşyalardan oluşan çantadaki telefonu, tek eliyle ve bakmadan bulabilen o muhteşem kişiye “kadın” denir!
‘Geleceğinin olmadığını hisseden kitleler korkmuş ve en güçlü görünenin kanatları altına sığınmıştı.
Asıl korkmaları gereken, o kanatların sahibiydi oysa…
Çünkü bıçağı tutanla kanadı açan aynıydı.
Tuzağa düşürülmüştük…’
Kendimi ayırt etmeden söyleyeceğim; Bazen erkek soyu midemi bulandırıyor. “Kadın kokusu”, taze ete susamış bir sırtlana dönüştürüyor bizi… Gözümüzü kör ediyor; başımızı döndürüyor. Amerikan başkanından hocasına, kör cahilinden okumuşuna, kılıbığından “Taşfırın”ına kadar böyle bu…
Onu hatirladikca basin goğe ermiscesine ya da asansor bosluguna dusmuscesine urperiyorsa yureginiz..
Onunlayken pervanelesen yelkovanlar, onsuz mihlanip kaliyorsa yerine, bir akrep kadar hain..
“Zihnimde George Orwell, bana moral aşılıyordu: ‘Evrensel yalanlar çağında gerçeği söylemek, devrimci bir eylemdir.’ ”
Hayat ne garip değil mi? Birisi arabamı hazırlayın diyebiliyorken, diğeri ağabey 25 kuruş eksik binebilir miyim? Diyor.
“Hayattaki en güzel şeyin çocuk olmak olduğunu bile bile, neden sorarlar ki ‘Büyüyünce ne olacaksın?’ diye.”
Sevgiyi koydum küm saatinin doludizgin akıp giden kumlarının her bir zerresine. Çünkü bir tek sevgi var elimizde; bunca yıldan damıtılıp gelen. Yine bir tek o kalacak, yaşanacak yıllarından geriye. Bir tek sevgi olacak bunca telaştan artakalan. Ötesi yalan.
Sahnede yüz binlerce ceset ve masum insan kanından bir göl olacak.
Öyle tesadüfler vardır ya: Bir otobüs durağında poşetlerle beklerken, rastlaşırsınız aniden…”Bu o…” diye içiniz titrer. Bir zamanlar yüreğinizi yakan aşık, sarkmış göbeği, ağarmış saçlarıyla karşınızdadır… İki elinde iki çocuk…
Biz daima ezilenden yana olmak zorundayız.